Lamartinde cariyelik

Abone Ol

Şennur’un master tezi için dünkü konuya, “harem ve cariyelik” meselesine devam edersek; köklü bir kültür ve terbiye ile akademiye dönüşen sarayda çok iyi yetiştirilen cariyeleri, ne padişah görebilir ne de cariyeler sultanın karşısına çıkabilirdi. Haremin mutlak hâkimi Valide Sultandı, haremin genel müdürü de Hazinedar Usta idi.

Cariyeler üç sınıftı: acemiler, kalfalar, ustalar. Sağlam bir hiyerarşi ile kalfalar acemileri eğitirlerdi. Her doğan bebeğe bile bir hizmetçi verildiği için  “daye” denen dadılar olarak da hizmet veren cariyeler; sultan kızlarını ve şehzadeleri de yetiştirmişlerdi. Cariyelerin rütbelerine göre maaşları, tahsisatları ve “muharremiye” denilen senelik ikramiyeleri olurdu. Okuma yazma, adab-ı muaşeret, güzel sanatlar, edebiyat, şiir, musıki, piyano çalmak öğretilirdi. Yedi ile dokuz yıl süren bu eğitim ve hizmetten sonra cariyeler ya terfi etmiş ya da çırağ edilmişlerdir. Terfi eden cariyeler “kalfa” unvanını almıştır. Haremin asıl sorumlusu kalfalardır, zira acemilerin eğitimlerinden de onlar sorumludur ve sarayda titizlikle uyulan bir hiyerarşi hâkimdir. Padişah, valide sultan, şehzade ve sultan kızlarının muhatabı ustalardır. Hanedanla kan bağı olmayan kadınefendiler ve ikballerin hizmetine bakan ustalar, tarihi kaynaklarda olmadığına göre hanedanın hizmetine bakanlar çok iyi yetişmiş, aileden biri olmuş ustalardır.

Saraydan çırağ edilmiş cariyeler “saraylı” tabir edilmişlerdir. Saraylı hanımlar, toplumsal yaşama, saray adap ve kültürünü taşımışlardır.

Saraydan edindikleri serveti, hayır eserlerine harcayan bu hanımların, imparatorluğun dağılma sürecine girdiği 20. yüzyıl başlarında, bozulan ekonomik dengelerden dolayı maddi sıkıntılarla karşı karşıya kaldıkları, bu nedenle saraya müracaat ederek yardım bekledikleri tespit edilmiştir. Çırağ edilmiş cariyelerin, sarayla olan bağlarının yaşam boyu devam etmesi ve bu hanımların sarayın toplum nezdindeki temsilcileri gibi davranmaları, cariyelik sisteminin Osmanlı’da ezilen değil, itibar gören bir formasyona tabi tutulduğunu göstermektedir.

Saltanat makamına hizmet eden cariyeler, tıpkı hanedan gibi kimi zaman saltanatın bedelini de ödemişlerdir. Özellikle taht değişikliklerinde, bu durum trajik bir şekilde yaşanmıştır. Sultan Abdülaziz’in bir darbe ile hal’edilmesi sonrasında, tüm mücevherleri gasp edilerek Saray’dan çıkarılan yüzlerce cariye ortada kalmış, üstelik bu muamelenin daha şiddetlisine padişahın eşleri, hatta valide Sultan da maruz kalmıştır. Benzer durum,2.Abdülhamid’in hal’i sonrasında da vuku bulmuştu: Yıldız Sarayı’ndan çıkarılan cariyelerin bir kısmı evlendirilmiş, bazıları ailelerine iade edilmişti. Sayıları elliye yakın cariye ise kimsesi olmadığı için aylarca maddi sıkıntı çekmiş, sonunda hükümetin bir kararı ile maaşa bağlanmışlardı. Harem-i Hümayun’da efendileri tarafından giydirilen, yetiştirilen cariyeler, gün gelmiş sığınacak bir yuvanın, yiyecek bir lokma ekmeğin peşinde koşmuşlardır.*

Lamartin gibi namuslu batılılar da çıkmış, cariyelerle ilgili Osmanlı şefkatini anlatmıştır:

“Dini bütün Müslümanların, Hıristiyan şefkatini bile imrendirecek iki üç merhamet işine şahit oldum. Birkaç Türk gelip ihtiyarlıkları ve sakatlıklarından dolayı efendilerinin evlerinden çıkarılmış (satılmış) geçkin cariyeleri satın alıp götürdüler. O zavallı kadınların ne işe yarayacaklarını sordum. Simsar bana: “Allah rızasını elde etmeye yarar” dedi. Birçok Müslüman Türk’ün pazarlara adamlar gönderip sakat kölelerle cariyeleri evlerinde sevabına beslemek üzere işte böyle satın aldıklarını (bana rehberlik yapan) Mr. Morlac’tan öğrendim. Her halde Allah’ın varlığı bu insanların içinden çıkmıyor.”

*Geniş bilgi için bkz. T. Cengiz Göncü, Harem ve Cariyelik, İstanbul 1911, s.304–309