İnsan doğar, belli bir süre yaşar hatta gücünün zirvesine
ulaşır, daha sonra gelişimi durur ve nihayetinde ömrünü tamamlar. Devletler de
insan gibidir. Devletlerin de belli bir süre ömrü olur ve bir gün tarihin tozlu
raflarında yerini almak üzere insanlık âleminden yitip giderler.
Osmanlı yı misal olarak alalım. 200 çadırdan müteşekkil
bir oba iken zaman içerisinde koskoca bir cihan devleti haline gelmiş ve
gücünün zirvesindeyken dünyaya hükmetmişti. Zamanla önce duraklamaya sonra da
gerilemeye başlayan o koca devlet şimdi tarih kitaplarında yerini aldı.
Osmanlı nın en güçlü olduğu zamanlar aynı zamanda
müreffeh bir hayatın da yaşandığı zamanlardır. Tarihe Lale Devri olarak geçen
1718 30 yılları arasındaki bu devirde özellikle sanat, edebiyat ve sayfiye
yeri olarak Sadabat öne çıkmıştır. 1718 yılında Avusturya ile imzalanan
Pasarofça anlaşmasıyla başlayan devir 1730 daki Patrona Halil ayaklanması ile
sona ermiştir. Osmanlı nın özellikle sanat ve edebiyatta zirve noktası
diyebileceğimiz bu dönemde zevk ve sefa baş tacı edilmiş ve özellikle yapılan
yalılar, binalar dillere destan olmuştur. Bu bir anlamda dönüşümün ve değişimin
de başlangıcı olmuştu. Sonrası malum! Osmanlı zaman içerisinde gücünü yitirmiş,
girdiği savaşları kaybetmiş ve çöküşü ne yazık ki kaçınılmaz olmuştu. Çöküşünde
o devrin gençleri olan İttihat ve Terakki Partisi nin rolü inkâr edilemez
boyuttadır. II. Abdülhamid e karşı gelişen bir hareket iken zaman içerisinde
güçlenmiş ve Osmanlı yönetiminde söz sahibi hale gelmiş. Hatta başta padişah
olsa da belki de ülkeyi tek başına yönetmiştir. Ama maalesef başarısızlıkları
yüzünden de devletin yıkılışında etkili olmuşlardır.
Osmanlı nın yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti
kuruluşundan bu yana cihan devleti olamadı. Pek çok sıkıntı yaşadı. Hâlâ bu
sıkıntıları atlattığını söyleyemeyiz. Her ne kadar bizler güçlü devlet
olduğumuza inansak da dünyanın bundan haberi olmadığından olsa gerek ne yazık
ki özellikle yakın bölgemizde bize rağmen pek çok gelişme olmakta ve biz
maalesef buna genelde seyirci kalmaktayız. Dışarıda bir değişim ve dönüşüm
yaşanmaktayken içeride de durum pek farklı sayılmaz.
Son yıllarda özellikle büyük şehirlerimizdeki
yapılaşmanın önüne geçilemiyor. Göğe doğru uzanan binalar bir heyula gibi
görünüyor. İstanbul un silueti de değişmeye başladı artık. AVM ler,
gökdelenler, rezidanslar, siteler Bütün bunlar bir değişimin ve dönüşümün
belirtileridir elbette. Artık İstanbul denilince akla camileri, sarayları
gelmiyor. Tower, plaza, recidence gibi isimler alan bu binaların adları da
kendileri gibi toplumumuza yabancı duruyor nedense. Üstelik oldukça pahalı olan
bu binalarda oturmak hayli külfetli bir iş! Sadece aidat ücreti bile pek çok
ailenin bir aylık geçim rakamından yüksek. Koca koca binalar gelişmişliğin ve
müreffeh bir yaşamın da belirtisi aynı zamanda. Bir yanda derme çatma bir
gecekondunun olduğu bir semtte hemen yakınında çok katlı bir binanın olması
ayrıca da çok manidar bence. Sosyal dengenin bu kadar bozulması pek hayra
alamet değil aslında. Zira bir yanda geçimini kıt kanaat kazanan büyük bir
kesim diğer yanda ise hemen bu kesimin yanı başında bulunan yaşantısı ve
dünyası ayrı bir topluluk.
Sosyal değişimin bir başka boyutu da gittikçe artan lüks
tüketimimiz. Arabalardan cep telefonlarına, mutfakta kullanılan malzemeden
günlük tükettiğimiz gıdaya varıncaya değin pek çok şeyi ithal eder olduk. Yerli
üretim diye sahiplendiklerimiz de ya küresel sermayenin ürettiği mamul ya da
yabancı ortağı olan bir kuruluşumuz. Ülkemizin milyarlarca doları her sene dış
ülkelere akarken hiç birimiz işin sonunun nereye varacağı konusunda kafa yormak
istemiyoruz.
Geçmiş ibret alınması için öğretilir bizlere. Biraz
düşündüğümüz zaman geçmişte yaşanan pek çok şeyin günümüzde de yaşandığının
farkına varabiliyor insan. Acaba günümüzde yaşanan bu durum tarihte hangi devri
çağrıştırıyor zihnimizde ne dersiniz
Minik bir tebessüm
İt
Harf devriminden sonra bazı sözcüklerin yazımında doğal
olarak tereddütler ortaya çıkmıştı. Bu ortamda bir tanıdığı Abdülhak Hamid e
Hamit kelimesinin son harfinin t ile mi, d ile mi yazılacağını sormuş.
A. Hamid, son harfin d olacağını kızgın ve şikâyetçi
bir eda ile şöyle ifade etmiş:
- Adımın başına bir ham getirdikleri yetmiyormuş gibi
sonuna bir it ekletemem!..
İlgilisine notlar:
* Adaletin en büyük düşmanları kendi hallerinden memnun
olan kölelerdir.
* Irak ta Müslüman kadının iffetini kirletenlerin
Suriye deki Müslüman kadının iffetini kurtaracağını zanneden bir toplum haline
dönüştük.
* İbrahimleri yetiştirmeyen Müslüman toplumlar,
Nemrutların sayısını çoğaltmaktan başka bir şey yapamazlar İbn-i Kayyım el
Cevziyye
* İmam-ı Azam Kufe kadılığını iktidarın fetvacısı olmamak
için reddedip hapis hayatını seçmişti. Günümüzde bir kısım âlimler parsel, bina
kapma telaşesindeler.
* Düşmanı büyük görenler, Allah a şirk koşan kâfirlerden
farksızdır. Şeyh Şamil