Kurum ve amacı-II

Abone Ol

Birey olarak insanın var olmasıyla kendi varlığından başlayarak içinde yaşadığı çevreyi, oradaki varlıkları, nesneleri, olayları, olguları sorgulamaya, araştırmaya, tanımaya, bilmeye ve anlamaya yönelerek çalışacağı öngörülmüştür. Çünkü insan, merak duyma güdüsüne sahip bir varlıktır. Ne var ki, bahşedilen ve sahip olunan bu güdü ya da yetenek, insanın varlığına olumlu ve verimli ya da yararlı olduğu kadar, olumsuz, yararsız, kimi zaman da zararlı bir şekilde etkide bulunmuştur. Gerçi, ilk bakışta yararlı gibi gözüken birtakım veriler, daha sonra yararı yanında önlenemez zararlara da yol açabilmiştir. Mesela İsveçli A. Nobel’in, merak güdüsü sonucu bulduğu dinamitin canlılara, doğaya verdiği zarar çarpıcı bir örnektir. Ancak Nobel, gördüğü bu olumsuz sonuçtan pişmanlık duymuş ve günümüzde “Nobel Barış Ödülleri” adını taşıyan bir kurumun doğumunu da gerçekleştirmiştir. Buna rağmen, bazı zamanlarda bu kurumun amacıyla bağdaştırılamayacak uygulamalar yapıldığı görülmüştür. Çarpıcı bir örneğine, ABD’nin hoyratlığı kendinden menkul başkanının kibre bulanmış münasebetsizliğiyle ödül talebi dikkate alınmamıştır, ama Filistin/Gazze halkına yapılan soykırıma rağmen İsrail yönetimini destekleyen bir başkasına verilmiştir. Dolayısıyla söz konusu kurumun amacı, en hafif ifadesiyle ihlal edilmiştir.

İnsan ve toplumun varlığı, onun korunması, maddi ve manevi yönüyle geliştirilmesi için ortaya çıkan kurumlar, nasıl bir ihtiyacı karşılama nedenine dayanıyorsa, aynı şekilde belli bir amacı gerçekleştirme işleviyle de bağlıdırlar. Amacını ve ona yönelik işlevini gerçekleştirmeyi ihlal eden, savsaklayan, kaçınan bir kurum, öncelikle varlık nedeni olan amacından uzaklaşmaya, giderek ona yabancılaşmaya başlar. İnsanın ve toplumun ihtiyacını karşılamayan bir kurum, insan ve toplumun varlığına, birikimine, değerlerine, gelişmesine önce engel, sonra karşıt bir konuma yerleşir. Tarihi süreçte, insanların ve toplumların yaşadığı, ortaya koyduğu birçok karışıklıkların, çekişmelerin, çatışmaların, darbelerin, ihtilallerin ve devrimlerin temel nedenlerin başta geleni, kurumların böyle bir konuma gelmeleri olmuştur. Geniş, yaygın ve ağırlıklı bir etkiye sahip olan 1789 Fransız Devrimi, feodal sistemin dayandığı kurumlara, kısaca “aristokrasi”ye karşı gerçekleşmişti. Çünkü toplumun varlığını koruyan ve sürdüren ve “üçüncü sınıf” olarak baskı altında tutularak hak ve özgürlüklerinden yoksun tutulan toplum kesimlerinin bir başkaldırısıydı. Nitekim bu sınıf “baldırı çıplaklar” (sans culot) olarak tanımlanmışlardı. Bir başka çarpıcı örnek, Rusya’da Çarlık rejiminde gerçekleşecektir. Çarlık kurumlarının insan ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamada engelleyici bir işlev olmaya başlaması üzerine, Avrupa’da ortaya çıkan yeni kurumları örnek alarak oluşturulan kurumların, eskilerini tasfiye etmesiyle yeni bir dönem başlayacak ve 1917 Bolşevik Devrimi’yle sonuçlanacaktır.

Özetle, insan ve toplumun ihtiyaçlarından kaynaklanan kurumların, belirli olan amaçları doğrultusunda kullanılmaması, kaçınılmaz olarak hem o kurumların işlevsiz, giderek yabancılaşır hale dönüşmesini hem de toplumda çekişmelerin, çatışmaların, darbelerin, ihtilallerin ve devrimlerin yolunu açacaktır. Özellikle insan ve toplumu tutan ortak kurumlar ve değerleri (din, ahlak, hukuk) doğrudan veya dolaylı etkileyecektir.