Kurtuluş Mücadelesi (4)  

Abone Ol

Dövüşse, Dövüş!

150 yıldır İslâm coğrafyasına tebelleş olup, kanını iliğini, bütün varidatını emenler, sömürenler, yağmalayanlar, hırsızlayanlar, nicedir gözünü ülkemize dikmiş durumdalar. “Ülkemizin nesi var?” diyen safdirikleri kısaca bilgilendirelim: Ülkemizde petrol var, değerli madenler var, en mühimi de geleceğin enerji madenleri olan bor ve toryum var. Hem de dünyanın en zengin rezervi bizde. Ülkemizdeki bu “değerlere” göz diken sansarlar, bu madenleri keşfeden bilim adamlarını şehit ettiler. Prof. Dr. Engin Arık ve beş kişilik ekibi 30 Kasım 2007’de Isparta’da düşen uçakta şehit oldular. Bu sıradan bir “uçak kazası” değildi. Bir ülkenin istikbalinin imha edilme harekâtıydı. Vefatından az önce Prof. Dr. Engin Arık şu açıklamayı yapmıştı: “Ben ve ekibim Türkiye’de çok muazzam bir toryum rezervi keşfettik. Ve bu madenin değeri Türkiye’nin iç ve dış borçlarını, yani 500 milyar doları 350 kez ödeyebilir.”

Onlar, Körfez ülkelerini, Ortadoğu ülkelerini haraca bağladı. Bazı ülkelerde hem yüz binlerce masum insanı katletti, hem de petrole el koydu. Petrol gelirinin yüzde 90’ını kendileri alırken yüzde 10’unu o ülkenin yönetimine bıraktı. Bunu yapanları herkes tanıyor. Onlar, yani bütün bunları yapanlar şimdi o iğrenç pençelerini ülkemize uzatmış durumda.

Onlar, kendilerine karşı çıkılmasın diye, bu milleti ruh cephesinden öldürme projelerini devreye koymuştu. Gözbebeğimiz olan çocuklarımızı, gençlerimizi kendi kültürümüzle yetiştirmemize müsaade etmiyorlardı. Peki, söyler misiniz bu devran ne vakte kadar devam edecek?

Tek dişi kalmış canavar, aynı zamanda tek gözlü. Yani yalnızca dünyayı görüyor. Onun için bizden vazgeçmeyecekler. Çünkü bizde dünyevî zenginlik de var. Onlar yüz yıldır âhiretimizi berbat etmek için uğraşıyor. O tahribata karşı gerekli tedbirleri alamadık. Şimdi dünyamızı da perişan etmek istiyorlar. İstiyorlar ki onlar ağa olsun, bey olsun, biz ise ırgat olalım, uşak olalım, çadırda yaşayalım, verecekleri bir lokma eğmeğe muhtaç duruma düşelim.

Onlar sözden, laftan, edebiyattan, efendilikten anlamaz. Onlar bir tek şeyden anlar: Güçten!.. Onun için “güçlü” olmanın yoluna bakalım. Ordumuzu güçlendirelim. Ordunun silah, âlet, edevat ve teçhizatını yerli olarak yapmaya bakalım.

Yahya Kemal, “Süleymaniye’de Bayram Namazı” şiirinde, bu milleti “ordu millet” olarak tavsif etmişti. Gerçekten bu millet “ordu millet”tir. Yeri geldiğinde, bu milletin yediden yetmişe bütün efradı “hazır ordu”dur. Kurtuluş Savaşı’nda bu durum net bir şekilde görülmüştü.

Bu vatanın ve bu halkın kuyusunu kazanlar, kim olursa olsunlar, yeri ve zamanı geldiğinde yumruğu yemelidir. Hadis-i şerifte var, icabında, canı için, malı için, namusu için kavga edip de hayatını kaybedenler şehittir.

Onlar, “Sen çalış, ben yiyeyim!” felsefesinin talebeleridir. Yok öyle yağma! Bu vatanın maddî değerleri her zerresiyle bu ülkede yaşayanlarındır. Akarsuları da, denizleri de, petrolü de, altını da, boru da, toryumu da ve daha ne varsa…

Adamlara bak, iki boğazımız var. Oradan geçen gemilerden tek kuruş para aldırmıyorlar. Yarın kanal kazsak, onun için de aynı muameleyi yapacaklar. En iyisi, İskender’in Gordion düğümünü çözerken uyguladığı taktiği uygulamak. Yani önce şu aç canavarlara karşı olanlarla işbirliğine girmek, sonra “ordu millet” oluşun gereğini yerine getirmek, güçlü olan ordumuzu daha da güçlendirmek. Ondan sonra; “Ülkemizin ve milletimin aleyhine hiçbir anlaşmayı tanımıyorum. Yeniden masaya oturacağız ve söz hakkı bizim!” demek. Yok kabul etmiyorlar mı? Bizi köle haline mi getirmek istiyorlar? Malımızı, servetimizi yağmalamak mı istiyorlar. O zaman da dövüşse dövüş. Ölümse ölüm bir ölüm… Ölümü göze alan çıksın karşımıza… Bana göre, bütün dönen dolapların “Türkçe izahı ve çözümü” bu…