Kurtuluş Mücadelesi (4) Kötü komşu insanı hacet sahibi edermiş

Abone Ol

Devletler arasındaki münasebetler “mütekabiliyet” esasına dayanır. Buna “kazan kazan” da diyebilirsiniz. Şayet bu ilişkilerde devamlı bir taraf kazanıyorsa bu işte bir terslik var demektir. ABD ile ülkemizin münasebeti bu açıdan tuhaflıklarla doludur. Bu ülke ile “sıkı-fıkı” oluşun tarihi yaklaşık 70 yıl öncesine dayanır. Peki, o tarihten bu yana ülkemizin bu münasebetten gördüğü faydaları say, deseniz kaç madde sayabilirsiniz? Peki ya ülkemizin maddî ve manevî kayıpları? Sorusunun cevabına yazacaklarımız… Sözü fazla uzatmadan bu ülkenin ülkemiz hakkında almış olduğu son “kararlara” bakalım: ABD Hazine Bakanlığı, Adalet Bakanı Sayın Abdulhamit Gül ile İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu hakkında yaptırım kararı aldı. Bu karara göre her iki bakanın ABD’deki mülkiyetleri bloke edildi ve ABD’li kişi ve kurumların bu iki bakanımızla iş yapmalarına engel getirildi. Haydi diyelim bu kararın bir kıymet-i harbiyesi yok. Zira her iki bakanın ABD’de ne mal varlığı olacak ki! Ya da ne iş yapacaklar ki!.. Ancak ABD Senatosunun almış olduğu karar öyle değil. 10’a karşı 87 oyla kabul edilen karara göre, ülkemize verilecek F-35 savaş uçaklarının teslimatının geçici olarak durdurulması esas alınmaktaydı. Yahu bu ortaklık hukukuna, ahlakına sığar mı? Diyeceksiniz… Ben de “geçiniz efendim siz onu!..” derim. Kimden ne hukuku, ne ahlakı bekliyorsunuz…

Bilindiği üzere ülkemizin de dâhil olduğu toplam 9 ülke 4,5 milyar dolar ile bu yeni nesil savaş uçaklarının geliştirilmesi aşamasına dâhil olmuştu. Yapılan anlaşmaya göre ülkemiz F-35 savaş uçaklarından 100 adet alacaktı. İlk uçağın teslimatının ardından bu yaptırım kararı geldi. Bu karar zahiren aleyhimize gibi. Ancak bu karar bizim için hayırlı neticeler de doğurabilir. Şöyle ki: Dilimizde bir söz var; “Kötü komşu insanı hacet sahibi yapar” diye. ABD ile Irak ve Suriye’den dolayı “zoraki komşu” olduk. ABD ve NATO üslerinden dolayı da bu ülke zaten yarım asırdır “içimizde” idi. Şimdi bize bu tavrı koyuyor ya, yapılacak iş; “Madem öyle biz de kendi savaş uçağımızı yaparız!” demektir. “Hangi teknoloji ile, hangi para ile?” diyenlere cevabımız şudur: “Çok basit! Bugün dünyada parayı bastırdınız mı istediğiniz teknolojiyi satın alabilirsiniz. Bu Rusya’dan da olabilir, Çin’den de, Almanya’dan da, Japonya’dan da… Öte yandan ülkemizin yetişmiş onca mühendisi var. Gelelim işin finans yönüne… Bu konuda bütün millet bu projeye ortak edilebilir. (Bu konuyu müstakil bir yazıda ele alacağım, inşallah.)

Yakın tarihte İngiltere de bize bu oyunu oynamıştı. Osmanlı’nın son zamanlarında parasını ödediğimiz iki savaş gemisini bize teslim etmemişti. O gemilerin alımı öncesinde bir kampanya açılmış ve halk o gemilerin alımı için gerekli parayı vermişti. 

Amerika 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan dolayı da ülkemize ambargo koymuş, savaş uçaklarının yedek parçalarını bize satmamış, diğer silahların satışını durdurmuştu.

Bütün bu tarihî hâdiseler ve son zamanlarda olup bitenler bize ders olmalı. Mutlaka ve mutlaka “millî harp sanayini” geliştirmeliyiz. Bu hususta güzel gelişmeler var. Ancak yetersiz. Ülkemizin savunması için neye ihtiyaç varsa, onu kendi bünyemizde üretmeliyiz. Üretebilmeliyiz. 

Bizim ülkemiz, öyle sıradan biri ülke değildir. Dünyanın âdeta zembereği gibidir. Hem biz öyle göz belertmeyle yılacak değiliz. Çok çok, Nasreddin Hocamız gibi,  “Al abdestini, ver ayakkabımı!” deriz. Ve yolumuza devam ederiz. 

ABD Senatosu’nun kararı gibi tavırlar bizim için müşevvik bir unsurdur. Şâhî toplarını döktüren Fatih ceddimiz gibi, bu çağın icabı bütün silahları ve diğer harp vasıtalarını kendimiz üretebiliriz. Yeter ki istenilsin, “Bismillah” denilerek yola çıkılsın. Milletimiz bu işe dünden hazırdır.