Hayvanlar âlemi içerisinde, insanlar için, çok önemli ibretler barındırır. Kurt da bu âlemin mensubu hayvanlardan [canlılardan] birisidir. Kurd un kuzuya olan düşkünlüğünü de bilmeyen yoktur. Bu sebeple kurt ile kuzu arasındaki mücadele çok eskiye dayanır. Kurt ile kuzu arasında birçok hikâye de anlatılır. Nehirde su içen kuzu ile Kurt un hikâyesi bunların en meşhurudur. Hikâye bu ya susamış olan kuzu, nehrin aşağı tarafından su içmektedir. Nehrin yukarı kısmında su içen kurt, kuzuyu çoktan gözüne kestirmiş, kuzuya seslenir:
? "Hey sen! Suyumu bulandırıyorsun!" der. Kuzu ise masum masum:
? "Ey kurt, nasıl senin suyunu bulandırabilirim, ben suyun aşağısındayım!" diyerek cevap verir. Kurt hiç istifini bozmadan:
? "Hayır, bulandırıyorsun işte!" şeklinde cevap verir.
Nihayetinde, kuzuyu yemek niyetinde olan, kurt kuzunun boğazına sarılır ve kuzuyu bir güzel mideye indirir."
Eskiden kurt aç kaldıkça köylere iner ve koyun sürülerine dalardı. Ancak her şey gibi bu da değişmeye başladı. Bu yaz memlekete gittiğimde köyün ihtiyarları artık eskisi gibi dağdan inen kurtların bile kalmadığını söylemişlerdi. Eğer dağlarda kurt kalmadıysa, nereye gitmişti bu kurtlar?
Artık köye inip sürüye saldıran kurt kalmadı. Çünkü dağda yiyecek bulamayan kurtlar, medeniyetimizin kalbi olan şehrin sokaklarında fütursuzca dolaşmaya başladılar. Kurtlar hiç bugünkü kadar yavuz olmamıştı. Sanırım bu durum atasözlerinde de ufak değişiklikler yapmamızı gerektirecek. Mesela artık, "Yavuz hırsız ev sahibi bastırır" sözü ile birlikte "Yavuz kurt ev sahibini bastırır" sözünü de sıkça kullanmaya başlayacağız.
Bu yavuz kurtlar kuzu postuna bürünmüş bir şekilde; kimi zaman Bağdat, kimi zaman Kabil ve kimi zaman da Sarajevo sokaklarında karşımıza çıkıyorlar. Kurdun kuzuya düşkünlüğü şehirde de azalmıyor. Kuzuyu yemeyi kafasına koyan yavuz kurt suyunu bulandırdığı iddiasıyla kuzunun boğazına sarılıyor. Ancak burada en az kurtlar kadar, hatta daha fazla, tehlikeli olan bir durum var. Kimileri tüm bu saldırılara rağmen kurt ve kuzunun bir arada yaşayabileceği tezinden yola çıkarak bilimsel tezler ortaya koyup, beylik cümleler kurmaya çalışıyorlar. İşte yavuz kurtlar kadar tehlikeli olan ve teşhir edilmesi gereken de bu dur. Çünkü onların asıl niyeti, hiçbir zaman mümkün olmayacak olan, kurt ile kuzuyu bir arada yaşar hale getirmek değil; kuzuları değiştirmektir.
Süleyman Demirel in Cumhurbaşkanlığı sırasında gazetecilere anlattığı bir fıkra ne demek istediğimizi çok ifade ediyor aslında. "Bilim adamları en ideal ortamda kurt ve kuzunun beraber yaşamalarını mümkün kılmak için deneyler yapıyorlar. Bir süre sonra bu bilim adamlarından, deneylerin nasıl gittiği soruluyor. Bilim adamları, ?Her şey çok güzel gidiyor. Ancak zaman zaman kuzuyu değiştirmek zorunda kalıyoruz şeklinde cevap verirler".
Ne kadar kuzu postunun ardına saklanırsa saklansınlar, ne kadar bilimsel tezler ortaya koyarlarsa koysunlar ve ne kadar beylik cümleler kurarlarsa kursunlar salya ve pençesinden damlayan kanlar kendilerini ele veriyor. Kurtları artık iyi tanıyoruz. Bu sebeple konuşmamız gereken kurtların kanlı geçmişi değil, çobanların [akl-ı selim olanların] sorumluluk bilinci ile yavuz kurtlara karşı alması gereken tedbirlerdir. Son Peygamber (a.s) "Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz. Devlet Başkanı üslendiği görevden sorumludur. Kişi ailesinin koruyucusu ve eli altında olanlardan sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur. Dikkat ediniz, hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz."(*) sözleriyle bu zorunluluğu açıkça dile getiriyor.
Bağdat, Kabil ya da Saraybosna hiç fark etmiyor. Yavuz kurtlar fütursuzca saldırıyor ve artık biz de en az kurtlar kadar cesur olmalıyız. Öncelikle içimizdeki kuzu postuna bürünmüş kurtları teşhir ederek işe başlamalıyız.
Hadis-i Şerif in yüklediği zorunlulukla ben ilk adımı atıyorum. Kurban Bayramı vesile ile yaklaşık iki hafta boyunca bulunduğum Sarajevo da kuzu postuna bürünmüş bir "yavuz kurt" gördüm. Zaman zaman Başçarşı-Ferhadiye hattında kuzu arıyordu...
(*) Buhari, Cuma, 11; Müslim, İmâre, 5.