Esasında, belli noktalarda çok geniş konuları, bu köşenin (bir köşe yazısının çok dar olan alanında ele almaya çalışıyoruz. Genel olarak baktığımızda, belki ciltlerce kitap yazılması gereken konuları 500-600 kelimeyle anlatmamız icap ediyor. Bazen uzun yazmak, bazen ise kısa yazmak zordur. Elbette bir yöntem olarak yazıları seri şeklinde yazmak da mümkün; ancak bunun yerine, aynı kavramın farklı bir boyutuna yoğunlaşmanın daha iyi olacağı kanaatini taşıyorum. Bu nedenle, birbiri ardına devam eden yazılardansa, birbirini tamamlayan yazılar yazmak gayretindeyim.
Bu çerçevede, bu yazıda da çok geniş olduğu kabul edilecek farklı bir başlık olan küreselleşme üzerine yoğunlaşmak istiyorum.
Küreselleşme fenomeni, artık herkesi ve her olayı kapsar hale gelmiş bir durumdadır. Nitekim bunun bir sonucu olarak, dünyanın bu kadar birbiriyle bağlantısının arttığı bir ortamda, insanların, olayların ve olguların birbirinden bu denli koparıldığı başka bir dönem yaşanmamıştır.
Bir kavram olarak küreselleşme, akademik dünyaca çokça tanımlanmaktadır. Bunlardan derli toplu bir tanesini şu şekilde ifade edebiliriz: Mal ve hizmet, teknoloji ve yatırım, insan ve bilgi akışlarında, sınır ötesi ticaretin getirdiği dünya ekonomilerinin, kültürlerinin ve nüfuslarının artan karşılıklı bağımlılığını tanımlar. Ülkeler, yüzyıllar boyunca bu hareketleri kolaylaştırmak için ekonomik ortaklıklar kurmuşlardır. Bu terim, Soğuk Savaş'tan sonra, 1990'ların başlarında popülerlik kazanmıştır; zira bu işbirliği düzenlemeleri modern günlük yaşamı şekillendirmiştir. Küreselleşmenin geniş kapsamlı etkilerinin çok karmaşık ve tartışmalı olduğu ifade edilebilir. Büyük teknolojik gelişmelerde olduğu gibi, küreselleşmenin de dünya toplumlarına fayda sağladığı iddia edilmektedir. Ancak, belirli gruplara zarar verdiği ve enflasyon, tedarik zinciri aksamaları, ticaret anlaşmazlıkları ve ulusal güvenlik endişeleri gibi konularda tehdit ve soru işaretlerini artırdığı iddiasıyla eleştirilerin hedefi olmuştur. Esasında, göreceli maliyetleri ve faydaları anlamak, daha geniş kazanımları sürdürürken sorunları hafifletmenin yolunu açabilir. Zira bir kavrama olduğu gibi "kötü" veya "iyi" demek, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Küreselleşmenin bu kadar dünyayı kavradığı veya domine ettiği bir dönemde, olayların ve olguların birbirleriyle olan ilişkisini belli bir düzeyin altında veya rastlantısal olarak ele almak, insanlık örgüsüne eksik veya bilinçsiz bakmaktan ileri gelmektedir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, dünyada yaşanan değişim ve dönüşümlerin sadece siyasal ve ekonomik olarak anlaşılması eksik kalacaktır. Bugün dünyanın her yerinde sosyal konularla ilgili yapılan değerlendirmelerin de bu cihette sadece kendi zaviyesinde kalmayacağı, siyasal ve ekonomik konuların da bu sürecin ana aktörleri olduğu aşikârdır. Diğer bir anlatımla, bizim sosyal bir olgu olarak ele aldığımız birçok olgu, aslında ekonomik ve siyasal nedenlerle hayatımızın önemli bir parçasına dönüşmüştür. Bizim gündelik hayattaki birçok alışkanlığımızın bile altında bu tarz küresel nitelikte farklı nedenler yatmaktadır.
Bu noktada ön plana çıkan başlıklar şunlardır: kültürel homojenleşme, kültürel melezleşme veya hibridleşme ve yerel kültürlerin canlanması.
Homojenleşme açısından kültürler, güçlü karşısında ezilmektedir. Bu güçlülük elbette ekonominin belirleyiciliği üzerindedir. Öyle ki, küreselleşmeyi Batılı (özellikle Amerikan) popüler kültürünün küresel yayılımı olarak okumamız gerekir. Nitekim fast food, Hollywood filmleri, giyim kuşamdan tutun da görüntüye kadar bir tek tipleşme dayatması vardır.
Diğer bir önemli boyut ise melezleşme üzerinedir. Farklı kültürlerin birleşerek yeni formlar oluşturması söz konusudur. Örneğin: Türk-Alman mutfağı, K-pop'un Batı müziğiyle sentezi veya Arap müzik esintileri ile Türk karşımı olan Arabesk gibi (ve hatta müziğin ötesinde bir boyut kazanmış çok yönlü bir kavrama dönüşmüştür)… Bir espri mahiyetinde ifade edilir oldu: “En iyi Türk dönerini Berlin’de yersiniz.” Ancak meselenin özü, aslında kültürlerin kendine has özelliklerini başka bir kültürün özellikleriyle yeni bir düzlemde birleştirmesidir.
Üçüncü olarak, yerel kültürlerin canlanması da literatürde üzerinde durulan hususlardan biridir. Literatür, küreselleşmeye bir tepki olarak yerel kültür, dil ve geleneklerin vurgulanması ve ön plana taşınmasının olduğunu ifade etmektedir.
Son tahlilde, küreselleşme tarihin farklı dönemlerinde de var olmuştur. Bu bağlamda sadece modern bir kavram değildir. Ancak modern dönemdeki boyutu, diğer küreselleşme akımlarından farklılık arz eder. Bu dönemdeki küreselleşmenin ana itkisi ekonomidir. Bunu iyiye yoranlar, ürünlerin serbest, hızlı ve geniş dolaşımı üzerinden okurken; kötüye yoranlar, yeni bir sömürü yönteminin tüm dünyayı esir alması üzerinden okur. Nitekim Amerika’da tasarlanan, 20 farklı ülkeden parçaları alınan ve Çin’de nihai montajı yapılan bir cep telefonu, aynı anda tüm dünyada satışa çıkabiliyor. Ve herkese "İyi bir telefon bu, illa almam gerek" diye hissettiriliyor. Yani üretilmesi yetmiyor, o üretim aynı zamanda küresel bir kültür ürününe de dönüştürüyor.