Kurana hizmetin bereketi

Abone Ol

İmam Hatip Okulları’nın açılmasını hazırlayan sebepleri bilmeden, İmam Hatip neslinin nasıl oluştuğunu lâyıkıyla anlayamayız. Bu sebeplerin başında milletimizin İslâm dinine aşk ve sadakat derecesinde bağlılığı gelmektedir. 1923 - 1950 arasında yaşanan tek partili dönemin yöneticileri Kur’an öğrenimini takibe aldılar. Bu baskıcı tutuma rağmen bir avuç gönüllü hoca çok zor şartlarda da olsa Kur’an eğitimine devam ettiler. Bu emekler boşa gitmedi. Ortamını bulduğu ilk fırsatta volkan misâli patladı. Bu atmosfer, iyiliklerin yeşermesine, İmam Hatip Okulları olarak çiçek açmasına yol açtı.

Milletimizin inançlı evlâtları Rabbimizin şu buyruğunun gereğini yaptılar: “İşte bu Kur’an, indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah’tan korkun ki, size merhamet edilsin.” En’am, 155)

Allah Rasülü (s.a.v) de Kur’an ile meşgul olanların “en hayırlılar” olduğunu haber verir: “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve onu başkalarına öğretendir.” (Buhârî)

Başka bir Hadis-i Şerif de, Kur’an ilimlerini öğrenenlerin elde edeceği ecir ve mükâfatları  müjdeler: “Kim ilim yoluna girerse Allah ona cennet yolunu kolaylaştırır. Herhangi bir topluluk Allah’ın evleri özelliği taşıyan bir yerde toplanır, Kur’an okur ve aralarında ilim müzakeresi yaparlarsa, üzerine bir huzur ve rahatlık iner. Onları ferahlık kaplar, melekler onlar üzerine kanatlarını gerer. Allah onları meleklerin yanında anar.” (Ahmet bin Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 252)

İşte, İmam Hatip Okulları, Allah ve Rasülü’ne (s.a.v) aşk ve sadakat derecesinde bağlı olan milletimizdeki imanın dışa yansıması olarak ortaya çıkmıştır.

Yasak Dönemde Kur’an Eğitimi

Rahmetli Ali Ulvi Kurucu, hoca olan babası ile ilgili olarak 1935’te yaşayıp hiç unutamadığı bir hatırasını anlatır: Babası, insanların ayakta olmadığı sabahın erken saatlerinden sabah namazı vaktine kadar talebelerine Kur’an öğretir. Bir gün, polis eşliğinde bir tahsildar erken saatte köye gelir ve camiden çıkan talebeleri görür. Tahsildar, sanki nasırına dokunulmuş insan gibi rahatsız olur ve polisten hoca ile ilgili zabıt tutmasını ister. Gerisini Ali Ulvi Hoca’dan dinleyelim:

“Merhum babamın o gün o zalime yalvarması var. O günden kalan yara hâlâ içimde kanar. ‘Lütuf buyurun beyefendi, lütuf buyurun!’diyor, adamı insafa getirmeye çalışıyordu. Polis, bir ara bırakıp gitmek istedi. Ama tahsildar onu tehdit etti. Hatta polis dışarı çıkmıştı. Fakat o zalim, polisi tehdit ederek içeri çekti: ‘Polis efendi, zabıt tutacaksın! Yoksa seni de şikâyet ederim’ dedi. Babacığım bin bir zahmetle kurduğu ders düzeninin bozulacağına, çocukların Kur’ansız kalacaklarına üzülüyor; yuvası üzerinde titreyen bir kuş gibi çırpınıyordu: ‘Beyefendi, istirham ederim. Bakınız daha sabah ezanı okunmamışken, ben rahat evimi bırakıp gelmişim. Bu yavrular ilim için, sıcak yataklarından kalkıp karanlıkta buraya geliyorlar. Bunları kaldıran, giydiren, gönderen anaları düşünün… Beyefendi, ben de oturur evimde rahat ederim. Daha evimde bir kahvaltı etmiş değilim. Sadece ismini duyarım, kahvaltı nedir, bilmem.’ Ne dese boşunaydı.” (M. Ertuğrul Düzdağ, Ali Ulvi Kurucu - Hatıralar, İstanbul, 2007, C. 1, Sh. 78)

İmtihan dünyasındayız. Kimisi Kur’an öğretme mücadelesi verecek, cennet yolunu tutacak; kimisi de onu engellemeye çalışacak, cehennem yolunu… Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) ise Kur’an öğretmek için talebe aradığı günleri şöyle anlatır:

“Okutma imkânı yoktu, fakat okuyan dahi bulamadım. Bir zaman geldi, mebus maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim, bulamadım. Parayı alıp kaçıyorlardı, çünkü korkuyorlardı. O zaman ümidim kırıldı. Bu ilimler yeryüzünden kaybolacak, diye korkuyordum. Bunun üzerine kızlarımı okutmaya başladım. İleride torunlarım olursa onlara öğretirler ve böylece bu ilimler yeryüzünden kaybolmaz, dedim. Fakat sonradan Cenab-ı Hak sebepler halketti ve okutma imkânı buldum. Yaşlılardan başladık, gençler daha sonra geldi ve şimdi yürüyor. Bütün bunlar bize Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfudur.” (Mustafa Özdamar, Hâdim’ül Kur’an Üstaz Süleyman Hilmi Tunahan, İstanbul 2002, Sh. 185)

Kul Sıkışmayınca Hızır Yetişmez

Zor günlerde Kur’an öğrenimini ihmal etmeyen hocaefendilerden biri de Trabzon Of’da vâizlik ve hâfız yetiştirme çalışması yapan Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocaefendi’dir. Hocaefendi, Kur’an ilimlerinin unutulmaması için büyük fedakârlıklar yapmış, evini dersane haline getirmiş, talebelerinin her türlü ihtiyacını karşılamaya çalışmıştır. Kıtlık günlerinde bile bu görevini ihmal etmeyen Aşıkkutlu Hocaefendi ile ilgili bir hatırayı talebelerinden Termeli Niyazi Kasapoğlu Hoca’dan dinleyelim:

“1940’lı yıllarda yaşanan kıtlık döneminde, ekmek yapmak için un bulmak güç hale gelince millet, mısırı koçanıyla birlikte öğütür öyle ekmek yapardı. Hocaefendi bu zor şartlarda bile ekmeğini talebeleriyle paylaşmaktan asla kaçınmazdı. Bu kıtlık zamanında bir gün bir talebe, medreseye 1 km. kadar uzaklıkta bulunan Hocaefendi’nin evine ekmek almak için gider. Ekmek alıp evden çıkarken mahalle sakinlerinden birisi kapıdan içeri girer ve, “Hocaefendi! Kendi köyünün çocukları aç dururken bu ekmeği öğrencilere nasıl verirsin ’ der. Bunun üzerine Hocaefendi, hanımı Ayşe Anne’ye çuvalda kalan unu vermesini söyler. Fakat, hanımı kıtlık sebebiyle bu emri yerine getirmede isteksiz davranır. Hocaefendi ikinci defa çuvalda kalan unu vermesini söyler. Bunun üzerine Ayşe Anne, Hocaefendi’nin talebini yerine getirir. Köylü aldığı unla evden ayrılmamıştır ki, kapıdan içeriye elinde zarf olan birisi girer. Hocaefendi zarfı açar, bakar ki köye bir saat kadar mesafedeki Taşhanpınarı Nahiyesi’nden bir esnaf şu notu göndermiştir: ‘Hocaefendi, Bafra’dan zâtıâlinize bir çuval un geldi. Yed-i emin birisini gönderin de çuvalı gelsin, alsın.’ Hocaefendi, bu sefer hanımına döner ve ‘Eğer o unu verirken zorlanmasaydın, belki de iki çuval un gelecekti’ der.” (Abdülhamit Buhâralı, Reis’ul Kurra Mehmet Rüştü Aşıkkutlu, İnkişaf Dergisi, Sayı: 10)

İmam Hatip Okulları’na halkımızın sahiplenmesi gerçeğinin yukarıda anlatılanlar gibi zor zamanda yapılan fedakârlıkların bir bereketi olduğu âşikâr değil mi ..