Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam…
“Saiyden tayyiben / said tayyib” (Maide 6)
Zararlı olmayan, yararlı olan said yani toprak. “Said” yokuş demektir, çıplak kayalık demektir. Üzerinde toprak olsun olmasın yer demektir.
Buradan çıkaracağınız sonuç şudur. Teyemmüm edeceğimiz yer organik olmamalı, 100’e yakın elementin doğal birleşmesi olmalıdır. Üzerinde toprak olsun olmasın, önemli değildir. Ne de düz olmalı, dik veya yatık olmalıdır. Tahtadan duvara el sürmekle teyemmüm olmaz ama kerpiçten sıvaya veya demirden saça sürmekle teyemmüm olur. Şu kadar var ki, yatalak bir kimse başkasının yardımı olmadan duvara varamıyorsa, kendisi zaruretten dolayı battaniye üzerine veya elbise üzerine elini basarak teyemmüm edebilir.
Burada “tayyib” şartı getirilmiştir. Zararlı madde olmamalıdır. Pislikler de bulaşmamış olmalıdır. Temiz tozu sürünüz demek olur. Tefe’ul bâbı olunca sürünüz demek olur. Yağı teyemmüm edin deyince yağı sürünüz anlamı gelmiş olur.
“Fe imsehû bivücûhiküm / vecihlerinizi mesh ediniz” (Maide 6)
“Fa” harfi tafsil içindir yani bize teyemmümün nasıl yapılacağını tarif etmektedir.
“Vechinizi mesh ediniz.”
Burada bunun ifade edilmesi meshin tamamen yapılması gerekmez manası verilebilir. Ancak sonunda onunla denmesi ile mesh edilecek yani ellere sürülecektir, kola sürülecektir. İstiab yani tamamen kaplanması teyemmüm kelimesinden anlaşılmaktadır.
“Vech”in tanımı yukarıda yapılmıştır. Kulakları mesh etmek gerekmez. Çünkü orada zaten müşkül idi. Tahfif olunca müşküller düşer. Bu da usulün bir kaidesidir. Kesin olanlar terk edildiğine göre kesin olmayanlar hayda hayda terk edilir.
“Ve eydiyeküm minhü / ve ondan yedlerinizi” (Maide 6)
“Onunla meshediniz” demesiyle teyit ediyor. Sadece işaret olsaydı burada “onunla” demeye gerek yoktu. Nitekim başka ayette “minhu” kelimesi geçmemektedir. Biri mukayyet, biri mutlaktır. O zaman iki hale atfedilir. Mutlakta istihab gerekmez. Mukayyette istihab gerekir. Bu durumda eğer hasta toprağa ulaşamıyorsa o zaman istihab da gerekmez, sadece el ile işaret eder, yeterlidir.
“Allah hareci murat” etmez ifadesi üzerinde fazlaca durmamız gerekiyor…
“Mâ yüriydüllahu / Allah murat etmez” (Maide 6)
“Ravada” kendi kendine istemek demektir. “Muravede” ise karşılıklı olarak birbirini istemek anlamındadır. “İrade” ise bir şeyi yapmayı istemektir. “Şae” de yapmayı istemek demektir. “Şae” ileride böyle yapayım demektir. Plan yapmak demektir. “İrade” ise onu yerine getirmek demektir. Şimdi bunu yapayım demektir.
Gerek meşiet gerekse irade hissî bir istek değildir; fikrî bir karardır, tercihli karardır. Hayvanlarda meşiet hiç yoktur; iradede hissî irade vardır, yeşil otu görür o tarafa meyleder.
Biz bir robota hissî iradeyi öğretebiliriz ama fiilî iradeyi öğretemeyiz. Satranç oynayan bir makine hissî iradesini kullanmaktadır. Onda fikrî irade yoktur. Hayvanlar satrançtan daha ileri seviyede hissî iradelerini kullanırlar. Bunlara talep denir.
Allah mutlak mürittir. O’nun için meşiet ile irade aynıdır. Zaman dışıdır. Biz Allah’ı ancak zaman ve mekân içinde düşünebiliriz. Bundan dolayı çoğu zaman düşüncelerimizdeki çelişkileri beynimizde gideremeyiz. Biz bizi ilgilendiren kısımlarını öyle kabul edecek ve ona göre amel edeceğiz.
“Mâ” geçmişin menfisidir. “La” geleceğin menfisidir. Mazi geçmişi, muzari geleceği bildirir. “Mâ” ile muzari yan yana gelince ya hali ifade eder ya da geniş zamanı ifade eder.
“Lem Yurid” hâli, “Mâ Yurid” geniş zamanı içerir. Yani murat etmez. Burada da size verilen emirde murat etmiyor deniyor.
Yıkanmadan sonra bu ayetin gelmesi, ibadetlerin hikmetini bildirmektedir.
(Devamı var.)