Kur’an’a göre yeni düzen ve yeni medeniyet - 63

Abone Ol

Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam…

Sömürücü sermaye öyle kanunlar hazırlıyor ve empoze ediyor ki, küçük ve orta ölçekli müteşebbisler ortadan kalksın, kendi tekeli mutlak olsun.

Bu şartlar altında 1960’larda giriştiğim işlerde hep başarısızlığa uğradım. Sonunda tek başıma bu sorunu çözemeyeceğime karar verdim. Arkadaşlarıma bir “konut-yapı kooperatifi” kurmayı önerdim. Ev sahibi olalım diye ortak oldular. Bu arada ortaklara “İslâmî bir site” oluşturmayı önerdim, “şeriata göre site” kurmayı önerdim. Böylece kooperatife iki amaçla katıldılar.

-Kimileri ev sahibi, arsa sahibi olmak amacıyla katıldı.

-Kimileri de İslâmî sitemiz olsun diye katıldı.

Benim gayem de şeriata uygun iş hayatı başlasın ve insanlar vergi kaçırmak, rüşvet vermek zorunda kalmasınlar şeklindeydi. Kırk sene sonra sekiz milyon dolarlık mal varlığımızın yarısı satıldı, nakit para ele geçti. Mevcut İzmir Akevler Yönetim Kurulu ile çetin tartışmalar yaptım; hiçbir yetkim olmadığı halde benimle tartıştılar.

Ben; ortaklardan isteyenleri çıkaralım, geri kalanlara sormayalım, biz bununla eksik kalan “faizsiz kredileşme müessesesini” kuralım, hedefimize varalım dedim.

Yönetim kurulu şöyle bir karar aldı: Kırk senedir ortakların çoğuna bir şey yapamadık. Satalım, kendi haklarını verelim, kendi istekleri ile kalan olursa onlarla devam ederiz, yoksa tasfiye edelim şeklinde olmuştur.

Zaruret nerde? Benim dediğim olursa, kooperatif tüzel kişilik olarak gayesine ulaşmış olur ama ayrılmak isteyen ortaklar hileli yoldan onlara haber vermeyerek istemeden ortaklıkta kalırlar. Eğer yönetim kurulunun dediği olursa, ortaklar kısmen memnun olurlar ama bu sefer de kooperatif hedefe ulaşmamış olur.

Bugünkü içtihadıma göre; bugün insanların hukukunu korumak değil, insanlığı “Adil Düzen”e götürmek gerekmektedir. Yönetim kurulunu buna ikna edemedim.

Ara yol bulduk; herkese soracağız, isteyenlerle devam edeceğiz...

Bu tür hareketlerde zaruret ortaya çıkar. İçtihatla hareket edilirse sorun yoktur. Ama çıkarı için hareket eden varsa, yani devamda çıkarı olduğu için devamı savunuyorsa veya tasfiyede çıkarı olduğu için tasfiyeyi savunuyorsa; işte bu iman içinde küfürdür. Nankörlüktür.

Bunların durumu ne olacaktır? Gerek verdiğim örnekte muhtarın yaptığı gerekse bizim yaptıklarımız zarurettir. Ama zaruret olmadan zaruret kabul edilirse işte bu ayetin bahsettiği husustur. Şimdi bu “ve” harfinin ne kadar önemli manalar içerdiği herhalde daha açık olarak anlaşılmış olacaktır. Birçok ahvalde kişilerin özel hakları ile kamunun hakları böyle çatışır hâle gelir. O zaman ne yapılmalıdır?

Şimdiki topluluğun çıkarı gelecekteki halkın çıkarıdır.

Şimdiki halkın çıkarı gelecekteki topluluğun çıkarıdır.

O halde bunlar dengede kalmalıdır.

Dört çıkar karşılaştırılacak ve karar ona göre verilecek. Bunun için fıkha ihtiyaç vardır. Bunun için Kur’an’a ihtiyaç vardır. Şeriata teslim olmayanlar, kendi akılları ile şeriattan daha iyi işler yapacaklarını sananlar bunun için çıkmazdadırlar. Nasıl tıp okunmadan doktor olunamazsa, nasıl fen okunmadan mühendis olunamazsa; fıkıh okunmadan da sorunlarımız için çıkar yol bulunamaz.

İman içinde küfür işte budur.

Kur’an’a inandıktan sonra hâlâ heva ve hevesle kararlar almak iman içinde küfürdür. Bugünkü Türkiye iman içinde olduğu halde küfür içindedir.

“Yekfür Bi’l-İymani” (Maide 5) “Bi” harfi “Fi” manasında değil de âlet manasına da gelebilir. Yani imanı esas alarak, onu istismar ederek küfrederse, ben haklı iş yapıyorum derken haksızlık yaparsa anlamına gelir. Her halükârda imanda küfür söz konusudur.

(Devamı var)