Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam…
İsrail oğulları ikinci iş olarak Tevrat’la kendi yönetimlerini kurdular, ancak hükümetleri ve ülkeleri kendi dinlerinde bıraktılar, karışmadılar. İsrail oğullarına gönderilen şeriat kitabı Tevrat sayesinde dünyada devlet düzeni oluştu.
Bu kitaptan yani Tevrat’tan yararlanan Yunanlılar ‘site devletlerini’ oluşturdular. Helenizm (Büyük İskender) döneminde bu düzen Çin’e varıncaya kadar yayıldı. Ayrıca Romalılar Tevrat hukukuna adapte oldular, bu sayede ‘Roma Hukuku’ doğdu.
Yeryüzündeki tüm uygarlıklar vahye dayanarak oluştu.
İsrail oğullarına geçmişte verilen görev artık Kur’an’la müminlere verilmektedir. Bu sebepledir ki “Ey beni İsrail” benzeri, “Ey iman etmiş olanlar” hitabı vardır, bu surede (Maide) bu hitap sık sık tekrar edilmektedir. Tekrar hatırlayalım ve hatırlatalım…
Sure “Ey iman edenler” diye hitap etmiş ve “sözleşmeleri yerine getirin” demiştir. Bu fark Tevrat uygarlığı ile Kur’an uygarlığı arasındaki temel farktır. Tevrat uygarlığı resmi mukavelelere dayanıyordu. Yani devlet resmi mukavele tipleri (tip sözleşmeler) hazırlar, halk onlardan benimsedikleri için resmi görevlinin huzuruna çıkar, bir merasimle sözleşmeler yapılırdı. Oysa Kur’an hukukunda devlet sözleşmeler yapmaz, sözleşmeleri âlimler yapar, halk onlardan istediklerini seçer, kendi aralarında imzalayarak tamamlarlar. Devlet, devlet dışında yapılan akitleri/sözleşmeleri güvenceye alır.
Kur’an uygarlığının ikinci özelliği ise Tevrat’ta şeriat ilahi kitap olarak geldiği halde, Kur’an’da şeriat değil şeriatın nasıl yapılacağı gelmiştir, insanlara içtihat ve icmalarla hükümler koyması öğretilmiştir. Bu sayede insanlar kendileri düşünüp uygarlıklarını kurup geliştirmektedirler. Batılılar bu hususa ‘demokrasi’ (halk yönetimi) demekte, İslâmiyet’te ise ‘içtihat ve icma’ denmektedir.
Üçüncü bölüm ise birlikte yaşamak için hastalıkların birbirlerine bulaştırılmaması gerekir, bunun ilk şartı temizliktir. Kur’an’da el ve yüzü yıkamayı emreden ayetler gelmiştir. Böylece birlikte yaşamanın şartları konmuştur. Bugün insanlığın en büyük sorunu çevre kirliliğidir. İnsanın temiz olması farz kılındığı gibi çevre temizliğine de dikkat edilmesi gerektiği hususu anlatılmıştır. Yine bir arada yaşayabilmemiz için yargıya gerek vardır. İbrani uygarlığında da yargı vardır ama hakemlik yoktur çünkü insanlar henüz hakemlik sistemine ulaşmamışlardı. Artık ‘hâkimlik’ yok, ‘hakemlik’ var, ‘hanedanlık’ yok ‘biat sistemi’ var. Tamamen yeni uygarlıklar oluşturuyoruz. Bu yeni düzen dört dörtlük mütekamil bir düzendir, temelinde ‘hakemlik’ ve ‘hicret demokrasisi’ vardır.
Dördüncü bölümde iç güvenlikten söz edilmiştir. Şimdi burada da dış güvenlikten söz edilecek yani savunmadan bahsedilecektir. Başka bir şekilde şöyle ifade edebiliriz; bundan önce ‘barış’ içinde diğer insanlarla ilişki kurmamız gerekmektedir, ‘barışa gelmeyenlere karşı’ da nasıl hareket edeceğimiz anlatılacaktır.
“Üzkürû / Zikrediniz” (Maide 11)
“Zikretmek” anmak demektir. “Birlikte anın” anlamında kullanırsak lazım fiil olur. “Başkalarına anlat” dediği zaman müteaddi fiil olur. Burada memur olanlar iman eden kimselerdir. Şimdi önemli bir soruyu/sorunu çözmemiz gerekmektedir.
-Müminler bedenen askerlik yapanlardır.
-Müslimler ise bedenen katılmayıp mâlen bedel verenlerdir.
Kur’an’da “Ey iman edenler” diye hitap ettiği zaman yalnız müminlere yani askerliğe giden kimselere mi yoksa bütün müslimlere mi hitap etmektedir? Eğer tüm müslimlere de hitap ediyorsa, müminlerin de onlardan farkı yoktur. Eğer sadece askerlik görevini yapanlara hitap ediyorsa, müslim olmanın manası kalmamaktadır. Bunu şöyle izah edeceğiz. Müminlere emirde zorlama vardır. Namaz kılmayan bir mümin siteden sürülür, ülkeden sürülür. Müslim ise mükelleftir ama biz ona müeyyide uygulamayız, sadece nimetlerden yararlanamaz.
(Devamı var; “Peki, ne zaman zikredeceğiz ve nasıl zikredeceğiz?”)