FERT, ve camia olarak, devlet, millet ve ümmet olarak en büyük sıkıntımız; kitabımız Kur’an’ı hayatımıza yansıtamamış ve dar kalıplara hapsetmiş olmamız, tüm hayatımıza, evlerimize, okullarımıza, kamu alanları ve devlet yönetimimize, eğitim sistemimize, kısacası nefes alıp verdiğimiz her yere yansıtmamız gerekirken, hayatlarımızın belli başlı alanlarına sığdırmaya çalışmamızdır.
Hepimiz tereddütsüz “Kur’an bizim için rehberdir” deriz ama bu sözün içini doldurma gayretine girmeyiz. Yanımızdan ayırmayarak, zihnimize, kalbimize, ruhumuza nakşedip her dara düştüğümüzde sarılmamız gereken bir dost olduğunu biliriz fakat sevgimizi dilden kalbe indiremeyiz.
Normal zamanlarda kılıfları içinde odamızı süslemesi için duvarlara, Ramazan’da mukabelelere, bir göreve getirileceğimiz zaman öptüğümüz alnımıza, ellerimizi basarak şahit tuttuğumuz yeminlerimize, Cuma vakitlerinde okuduğumuz Tebareke ve Ammelere, seçim geceleri dağıtılan Fetihlere, sınav öncesi okunan Yasinlere, emanet alınan cüzlere ve en iyi ihtimalle namazlarda tekrarladığımız kısa surelere hapsettiğimiz, bu kadarıyla yetindiğimiz hatta çoğu zaman bunları bile yap(a)madığımız kopuk bir iletişimin vefasız tarafı oluruz.
Dokunmadan, hissetmeden, görmeden, uzaktan severiz onu. Sadece gerektiği yerde, gerektiği kadar okur ve hatta ilerleyen teknolojinin bir sonucu olarak en uzman imamların seslendirdiği kıraatleri dinler ama ne okuduğumuz ve ne de dinlediğimizi anlarız. Çünkü biz, daha anaokulu yaşlarından itibaren Kur’an’ın sadece iki aylık yaz tatili sürecine sıkıştırıldığına şahit tutulan ve hızlandırılmış programlarla belli başlı surelerin ezberlenmeye zorlandığı çocuklarız…
Evet, yaz ayları geldi ve zaten tüm yıl ders yoğunluğundan bunalmış çocuklarımız için birkaç haftalık Kur’an ve dini bilgiler eğitimi alma süreci başladı.
Elif ba cüzünden başlayacakları, tam Kur’an’a geçtikleri için sevindiklerinde kursun bitip okulun açılacağı, bir yıl boyunca hiç ellerine almadıkları için diğer yaz tatiline kadar yine unutacakları ve yine alfabeden öğrenmeye başlayacakları, bu kısır döngünün böylece sürüp gideceği ve âlemlere sığmayan kutsal bir sevdanın birkaç haftaya sığdırılabileceğine dair bir inancın zihinlerine yerleştirildiği bir süreç...
Elbette bu düzen değişip tüm ilimlerin başına Kur’an eğitimi getirilinceye kadar çocuklarımızı Kur’an kurslarına göndermeye devam edeceğiz. Fakat anne babalar olarak işimizin onlara en iyi kursu bulmaktan ibaret olmadığını da bileceğiz.
Bileceğiz ki ilk görev bizimdir. Emaneti devralıp da daha kulağına ezan okuduğumuz ilk andan itibaren o çocuğun tüm hayatını Kur’an’la doldurma görevi... Kurs hocalarına bırakmadan bizim, evlatlarımızın hocaları olduğumuzu idrak edeceğiz.
Pamuk Prenses, Keloğlan masalları anlatmak yerine peygamber kıssalarını, anlayabilecekleri bir dille aktararak zihinlerini vahyi mesajlarla dolduracak, sahabi hayatlarını örneklendirerek rol modellerini şekillendireceğiz.
Sadece belirli zamanlarda değil, her zaman bizim elimizde, dilimizde gördükleri Kitabımız, onlar için ulaşılmaz, dokunulmaz bir şey olmayacak. Bilakis dokunmalarına, zarar vermeden okumaya ve bizi taklit etmeye çalışmalarına izin vereceğiz.
Ellerine Kur’an’ı aldıkları zaman sanki dünyanın en büyük suçunu islemişler gibi feryat edersek o çocuğu bir daha nasıl Kur’an’a yaklaştırabiliriz ki? Göstermelik bir saygı değil, yüreklerini titreten bir saygıyla onu sevmelerini sağlamaya gayret edeceğiz.
Okul çağına geldikleri zaman da Kur’an’ın asla yaz ayına, üstelik onların koşup oynayacakları tatil zamanına sıkıştırılamayacağını onlara göstermek için yıl boyunca aralarındaki iletişimi sağlamaya çalışacağız. Kur’an’ı unutmayan ve Kur’an’ın da unutmadığı bir nesil yetiştirmek için çabalayacağız.
Sonra cıvıl cıvıl kursları doldurdukları zaman yaptığımız büyük bir hatadan daha dönecek ve ezbercilikten vazgeçeceğiz. Bir şekilde bütün Kur’an’ı ezberleyen ama onun şuurunu alamayan, makam da vererek okudukları ayetlerin gereğini yerine getiremeyen herkesin ziyanda olduğunu bileceğiz.
Gerekirse aylarca bir tek ezber yaptırmayacak ama Kur’an’ı hayatlarına, hayatlarımıza rehber etmemiz gerektiğini öğreteceğiz onlara. Kur’an’ı öğretmeden önce onun şuurunu vereceğiz. Çocuklarımızı Kur’an’a aşık edeceğiz. Kur’an’a kalbi ısınmamış bir çocuğun içinde etkinlik olmayan kurslara gitmek istemeyeceğini bilecek ama yeni nesil kursların etkinliklerinin içinde kaybolmuş bir Kur’an eğitiminden de çok bir fayda göremeyeceğimizi anlayacağız. Yüzmelerin, go-kartların, buz patenlerinin hatırına katlanılan bir sevginin hiçbir zaman kulaktan kalbe inmeyeceğini bileceğiz…
Bu yol oldukça zor, bu sınav oldukça çetin. Anne babalara da öğretmen ve hocalara da çok büyük görevler düşmektedir. Mesele Kur’an’ı öğretmek değil, sevdirmektir. Zorluk Kur’an’ı ezberletmek değil, uygulatmaktır. “Kursa verdik işimiz bitti” düşüncesinden kurtulmamız lazımdır. “Onu da hocaları öğretsin” dediğimiz her şeyden ilk önce bizim hesaba çekileceğimizi bilmemiz lazımdır. Bu, gecelerce uykusuz kalmamıza sebep olabilecek kadar büyük bir sıkıntı, sık sık gündemimize gelmesi gereken bir derttir!..