Bu topraklarda kolay adam yetişmez.
Çünkü “sistem” buna müsait değildir.
Ama yetişti mi, “adam” gibi yetişir. Kişi, önce kendini yetiştirir, tırnaklarıyla bir noktaya gelir.
İşte o zaman sapasağlam ve yıkılmaz bir kal’a gibi oluverir ve başkalarını yetiştirmeye başlar.
Sanatta, sinemada, edebiyatta…
Sanat dünyasının zorlukları elbet vardır. Sinemanın, tiyatronun da.
Ama edebiyat dünyasında bir adam, üstelik bu zamanda kolay yetişmez.
Hani derler ya:
“Elmas, nasıl yontulmadan kusursuz olmazsa, insan da acı çekmeden olgunlaşamaz” diye, o hesap.
Modern zamanın en büyük düşmanı, düşüncedir. Değerlerin alabora olduğu, ha bire tüketim çarkının döndüğü bu çağda, düşünen üstelik yazan bir Mustafa Miyasoğlu çıkıyor ve eserleriyle meydan okuyor.
Kültürsüzlük ve karmaşa okyanusunda küçücük teknesiyle bir hedef belirliyor ve dev dalgalara rağmen, rotasını hiç şaşırmadan yoluna devam ediyor.
Bu yüzden doğru bildiklerini söylüyordu, kimseye minneti yoktu.
“Bu yüzden hak ettiği yerde değil” diyenlere “Ne gam” diyordu.
***
Değerli edebiyatçı-yazar, Mustafa Miyasoğlu’nun anlatacak çok şeyi vardı. Yazacak çok kitabı vardı. Ama ömrü vefa etmedi.
O’nu en son Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu olarak, Bağcılar Medipol Üniversitesi Hastanesi’nde ziyaretimizde görmüştük. Sağolsun, hastane yetkilileri kapıları bize açtılar.
Bizden bir gün önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ziyaret etmiş, hastane yetkililerinden bilgi almıştı.
Yoğun bakım ünitesindeydi. Sol yüzü yastığa gömülmüş bir haldeydi. Zira, sol gözü beyindeki kistin damara baskı yapmasından dolayı görme yeteneğini kaybetmişti. Sağ gözü hafif açıldığında sağ eliyle bir selamlama yapabilmişti sadece.
Hemen ardından Beylikdüzü’ndeki evine geçmiş olsun ziyaretine gittik.
Eşi Nilüfer Hanım ve oğlu Eren bizi kapıda karşıladı. Eren Miyasoğlu hastalık ve tedavi sürecini ayrıntılarıyla bize aktardı.
En önemlisi, Nilüfer hanımın, eşi Mustafa Miyasoğlu ile ilgili daha hastalığın başlangıcında anlattığı kısımdı.
Şöyle demişti eşine,
“Sana çok müteşekkirim, çünkü bu ülkeye üç tane dava adamı yetiştirdin.”
Bunları söylerken Nilüfer hanımın iki gözünden pınarlar süzülüyordu.
***
Mustafa Miyasoğlu tartışmasız, basın ve fikir hayatının en önemli simalarındandı.
Daha üniversite yıllarında “Hisarcılar” olarak tanınan edebiyat ekolüne kendini kabul ettirmiş, şiir ve yazıları ile sadece “Hisar”da değil, pek çok dergide yayınlanmaya başlamıştı. Öğretmenlik mesleği ile birlikte şiir kitapları, hikayeler… Peş peşe durmaksızın roman, deneme yazıları ve yıllıklar… Bu durmak bilmeyen çağlayan, elbette ki ülkenin en önemli kültür ve sanat ödüllerini de beraberinde getirecekti.
***
Basın İlan Kurumu Genel Kurul Üyesi Ahmet Özdemir’in Miyasoğlu için yazdığı anektodu aktarmak istiyorum:
“…Sözünü ettiğim gibi, Miyasoğlu Kayseriliydi. Orta Anadolu’nun bu önemli şehrinin insanlarını yakından tanıyordu. Bu insanlar, inançlarına, geleneklerine, göreneklerine, milletlerine yürekten bağlı kimselerdi. Bu özellik, Miyasoğlu’nda da vardı. Bir artı değer olarak büyük bir gözlemcilik yeteneği vardı ki, bunu gerek hikayelerinde, gerekse romanlarında görürsünüz. Ya da gözlerinizin önünden türlü insanlar, insancıklar ruh dünyalarını yansıtan türkülerini söyleye söyleye geçer giderler. Bu ‘Güzel Ölüm’de, ‘Kaybolmuş Yıllar’da, ‘Yollar ve İzler’de böyle…” (Star)
***
Mustafa Miyasoğlu hakkında konuşacak olanlar, elbette, onun yaşıtları olan kalem erbabıdır.
Ben onu sadece uzaktan tanırdım.
Hatta, ilk kez Beklenen Vakit gazetesinde tanımıştım (1997). O, haftalık makale yazar, ben ise günlük bant karikatür veya çizgi-romanlar hazırlardım. Zaman zaman gazete çıkışında arabasına biner, gideceğimiz yere kadar bırakır ve bu kısa zaman diliminde şu canım ülkemin meselelerini konuşurduk.
Aradan yıllar geçti. Milli Gazete sayfasında sütun komşusu oluverdik.
Geçen yıl, Elvan-ı Seb’a programına (TRT Arapça) katılmış, program için çizdiğim Ahmet Mithat Efendi karikatürünü kullanma izni istemişti. Ben de dilediği gibi karikatürü tasarruf edebileceğini, hatta bundan bahtiyarlık duyacağımı söylemiştim. Bu “izin” duyarlılığından dolayı etkilenmiştim.
***
Miyasoğlu’nu dinlerken, zamanın ona dar geldiğini anlardınız.
Çünkü anlatacak çok şeyi vardı. Bir konu hakkında o kadar çok şey biliyordu ki, bildiklerini kendine saklamaz, mutlaka muhatabına aktarmanın derdine düşerdi.
Miyasoğlu’nun romanlarını okuyanlar, geçmişi ve yakın zamanın dökümünü görür aynı zamanda geleceğe gönderdiği mesajları algılardı.
Anlatım tarzı ve tekrara düşmeyen eserleri onun ne kadar coşkulu bir birikime sahip olduğunu gösterir.
***
Biliyorum, bu yazı biraz karışık oldu. Çünkü “vefat” haberini alır almaz, kalemimizden bu kelimeler sadır oldu.
Son olarak;
Mustafa Miyasoğlu’nu izlerken, bende bıraktığı izlenim hep şu olmuştur:
Yaşayan, konuşan ve aktaran bir kitap!
Türkiye bir kalemini değil, edebiyattan bir parça kaybetti.
Bu yüzden sadece ailesine başsağlığı dilemek yetersiz kalacaktır.
Türkiye’nin başı sağolsun.