Konuşalım

Abone Ol

Kardeşim! Dur bekle, güneşi başımızın üstüne alıp birkaç kelam edelim… Anladım omuzlarında koskoca bir dünyanın yükünü taşıyorsun ve varlığımı hissedemeyecek kadar yorgunsun. Sanki evler, sokaklar, yollar boşaltılmış ve şehir derin bir sessizliğe gömülmüş. İnsanlar köleliğe razı olmuş ve eşyalar baş tacı edilmiş. Her şey birbirine karışmış ve sisli bir duman bütün şehri kaplamış. Göz gözü görmüyor, kalp kalbi hissedemiyor…

Merhamet çiçekleri büyütebilecek güce sahip olan insan, tahtından indirilip ve karın tokluğuna çalışmaya mahkûm edilmiş. Düşünsene… Onca insan kum taneleri gibi savrulmuş ve karınlarını doyurabilmek için toprağı eşeleyen böcekle yarışıyorlar. Kimse kimseyi görmüyor, kimsenin yürek acısını hissedemiyor ve toprak yağmur suları ile birlikte nice yalnızlıkları terkisine alıp götürüyor.

Kardeşim! Dur bekle, birkaç kelam edelim… Korkma! Ver elini! Senin söylediğin şarkıyı ben de söylüyorum, senin yüreğini burkan hikâyeyi ben de biliyorum, papatyalarını kurutan ellere ben de öfke biliyorum, senin ideallerini yıkan gücün ben de karşısındayım ama her ne olursa olsun hiçbir şey seni benden, beni senden ayırmamalı.
Bekle! Ayaküstü de olsa konuşalım, sen bana sor, ben sana sorayım, sen bana gülümse, ben sana gülümseyeyim ve Adem’in çocukları olduğumuzun farkına varıp sevgide buluşalım. Uzaklaşma, konuşacak o kadar şey var ki nereden başlayacağımı bilemiyorum. Uzat ayaklarını toprağa ve söze. Çocuklarımızın hikâyelerinden başlayalım, yapmak isteyip de yapamadıklarımızı tartışalım, ayaklarımıza vurulan prangaları birlikte çözelim.

Böceği dönüştürmüşler bizi ve karnımızı doyurmanın dışında bir şey düşünemez hale gelmişiz. Gözlerimizin önüne perdeler çekmişler ve hayattayken öldürmüşler bizi. Otur konuşalım sonra el ele verelim ve ayaklarımızın altındaki dikenleri temizleyelim.
Biliyorsun çoraklaşmış kalplerimizin yeşermesi için senin bana benim sana ihtiyacım var. Konuşalım, yükü paylaşalım ve başımızı arkaya çevirip geride bıraktığımız izlere bakalım. Hani ellerindeki papatyaları koklayarak yürüyenler bizim ayak izlerimizle bulacaklardı yolu… Peki, bu mümkün oldu mu? Uzat ayaklarını toprağa kardeşim! Başımızı keşkelerin çukurundan çevirip, güneşin doğduğu yöne doğru çevirelim ve hayallerimizin hangi denizin sularıyla beslendiğini anlamaya çalışalım. Birlikte gülüp birlikte ağlayalım ve yaralarımızın merhemini birlikte bulalım…

Dur konuşalım! Sen bana sor, ben sana sorayım! Birbirimize kardeşlik borcumuzu ödeyelim, sen benim yükümü tut ben senin yükünü tutayım. Yol yorucu değil ancak yollara taş serpenler var ve biz onlarla aynı havayı soluyoruz. Yüreklerinde diken yetiştiren bu caniler öldürüyor, yıkıyor, aç bırakıyor, gözden düşürüyor ve dünyayı karanlık bir zindana çeviriyorlar. Ama şunu biliyoruz ki bir zerre iyilik dünya dolusu kötülüğe galip gelir… Unutmayalım yıldızlar gökyüzünü delip geçecek kadar güçlüdür. O yüzden ellerimizi kavuşturalım, umutlarımızı kuşanalım ve gecenin bağrına güçlü adımlarla yürüyelim.
Dur! Konuşalım kardeş! Üç beş kelam edebilmek için seçilmiş mekânlara hiç ihtiyacımız yok, yeter ki gönüller bir olsun, söz adresine ulaşır ve her şey son bulur. Bulunduğumuz yer bir duvar dibi de olabilir, el değmemiş bir toprak parçası da olabilir, tenhada kalmış bir ev de olabilir... Nerede olduğumuzun ya da neye sahip olduğumuzun hiç önemi yok yeter ki kalplerimiz bir olsun. Yeter ki niyetlerimiz sevgi denizinde buluşsun…