Kitlelerin Lider Algısı

Abone Ol

Son günlerde siyasi alanda yoğun bir hareketlilik yaşanıyor ve bu durum iktidar partisine yakın kardeşlerimizin endişelerini tetikliyor. Siyasetin zirvesinden yükselen seslere kulak veren insanlar, sosyal medyayı kullanarak korku salmaya, meydan okumaya devam ediyorlar. Bir grup AKP’li sokaklara çıkmış ve “Biz güçlü, yakışıklı, gösterişli, sert ve haşin bir cumhurbaşkanı isteriz” diyor ve yumruğu güçlüyse, sesi gür çıkıyorsa, yürüdüğünde toprak sarsılıyorsa işte o lider bizim liderimizdir tarzında bir yaklaşım sergiliyorlar. Hani hatırlarsınız çocukken arkadaşımızla kavga ettiğimizde, “Seni babama söylerim” der ve gözdağı verirdik ya, tıpkı bunun gibi güvensizliğimizi, baba eksikliğimizi liderin gürültüsü ile gidermeye çalışıyoruz…

Üç yıl önce çalıştığım bir kurumda gençler fırsat buldukça odama uğrar ve geleceğe dair hedeflerini, güncel sorunlarını ve siyasi düşüncelerini paylaşırlardı. Yüksek tahsil edinmiş olan ve interneti iyi kullanan, hemen her konuda malumat sahibi olan gençler bir araya geldiklerinde sözü mutlaka siyasete getirirler ve tıpkı sokaktaki vatandaş gibi, “Başkan dediğin gürledi mi herkes susar, güçlü olur…” derlerdi. Hiç unutmuyorum doktora öğrencisi olan bir genç şöyle bir ifade sarf etmişti: “Reisimiz dünyadaki tüm başkanlardan daha heybetli, daha uzun, daha yakışıklı, daha güçlü ve bu bizi çok onurlandırıyor…” Bilimsel keşiflere, ekonomik ve siyasi açılımlara dair yol mu kat etmiştik ki onurlanıyorduk… Neydi içimizi aydınlatan? Genci dinlerken zihnimde birkaç ay önce izlediğim belgesel canlanmıştı. Afrikalı yerlilerle ilgili belgesel çeken programcı, kabile liderine teknolojinin hiç girmediği ormanlarda kabilenin düzenini nasıl sağladığını soruyordu. Lider, “Burada benden güçlü kimse yok, dövüşsek hepsini alt ederim, aslan avlamak sadece benim işim, diğerleri bunu yapamaz, yasak getirdim” demişti.

Hayatlarını balta girmemiş ormanlarda sürdüren yerliler için liderin fiziki gücü, görüntüsü, heybeti önem arz edebilirdi fakat bilim ve teknolojinin imkânlarını kullanan ve kültürel zenginlikleri nesilden nesle taşıyan şehirli tebaa için liderin bilek gücüne değil, adaleti tesis edebilecek nitelikteki iradi gücüne ihtiyaç vardı. Halklar seçimlerini yaparken liderin dış dünyasını değil iç dünyasını dikkate almak zorundaydılar.

Yamalı bohçaya dönmüş hayatlarımız… Her şeyimiz ithal… Neyi düşünüp nasıl yaşayacağımızı belirleyen güçler tercih edeceğimiz liderin profilini de çizmişler ve liderin boyunun, kilosunun, yakışıklılığının, hitabet yeteneğinin, kitleleri etkileme gücünün önemli olduğunu ileri sürmüşler. Bu konuda bilimsel çalışmalar yapmışlar ve lider kavramını; karizmatik lider, dönüşümcü lider, otoriter lider, hümanist lider, doğal lider, bürokrat lider olarak kategorize etmiş ve bize sadece ambalajdan ibaret olan bir profil sunmuşlar. Peki, dayattığı liderin iradi gücüne, adalet anlayışına, ilmi derinliğine ve ruhsal olgunluğa hiç yer vermeyen bu sisteme itibar etmek zorunda mıyım? Ahlâk ve maneviyatı, erdem ve faziletleri içermeyen bir anlayışa körü körüne teslimiyet mi göstermeliyim?

Tamam… Liderlik üzerine bilimsel çalışmalar yapıldı ve kuramlar geliştirildi söz söylemek ne haddine diyebilirsiniz fakat kusura bakmayın tercih hakkımı kullanıyor ve sürüleşmeyi reddediyorum… Bilimsel çalışmalara elbette hepimiz saygılıyız ancak bu çalışmaların küresel kapitalist odakların hedeflerine göre şekillendiğini ve hiçbir zaman bağımsız olmadığını hepimiz biliyoruz. Peki, neden kendi kaynaklarımıza dönmüyoruz? Biliyorsunuz kitlelerin kişiliğini vahyin ışığında inşa eden Peygamberimizin ve onun yolunu takip eden öncü şahsiyetlerin karizmatik olmak, dikkat çekmek, beğeni kazanmak gibi bir hevesleri hiç olmadı… Onlar beklentilerini kitlelerin beğenisi üzerine kurmadılar, adaleti tesis etmek ve bilinci körelmiş kitleleri erdemli bir hayata taşımak için çaba gösterdiler. Onlar davalarını sürdürürken maddi ve manevi kalkınmayı hedeflediler ve bunun için bireylerin hak bilincine ulaşmaları ve sorumluluk sahibi olmaları gerektiğini savundular. Onlar liderliği bir güç olarak değil bir hizmet aracı olarak gördüler ve tarihin seyrini değiştirdiler.