İnsan denilen varlığın, kendi türü içinde bilinir ve tanılır bir konuma gelebilmesini, çeşitli şekillerde açıklamak, belki mümkün gibi görülebilir. Ancak, dayanılacak göstergelerin, onun hem varlığını belirginleştirmesi, hem de diğerlerinden farklılığını anlaşılır bir düzeyde ortaya koyması gerekir. Sözgelimi, toplum içindeki ilişkileri ve bu ilişkilerin belirlediği konumuna göre, bir insanı bilinir ve tanılır hale getirmek istediğimizde, mesela icra ettiği mesleğe bakabiliriz. İşçidir, memurdur, mühendistir, doktordur, avukattır, öğretmen veya askerdir. Ya da yaşadığı mekânı esas alarak bunu yapmak istersek, bir açıdan mahalleli, köylü, kasabalı, kentli ve bunlardan hareketle daha ayrıntılı açıklamalara yönelebiliriz. Mesela Barbaros mahallesinde, Dağ Yamacı köyünden, Pınarbaşı kasabasından, İstanbul kentinden vb gibi. Sahip olduğu yeteneği ve buna dayalı olarak gerçekleştirdiği etkinlik sonucu ortaya koyduğu ürünler bakımından sanatçı, bilim adamı, mucit, sanayici şeklinde de bir ayrıma gidebiliriz. Ne var ki, bu ve benzer daha bir çok açıdan insanı tanımlama bakımından ölçülere başvurabiliriz. Sonuçta bütün bunlar, insanın bizatihi varlığıyla değil, aksine varlığından kaynaklanan görünümler olarak, onun hakkında bir takım bilgiler, kanılar, düşünceler, değerler ve yargılar edinmemizi sağlayabilir. Ancak, mesela “Ali” adıyla tanıdığımız kimsenin varlığının mahiyetini ve bütünlüğünü bize aktaramaz. Kuşkusuz, “Ali” diye bizim tanıdığımızın dışında, aynı adı taşıyan, birbirinin tam aksi daha birçok ”Ali”nin olacağı da bir gerçektir.
Öyleyse, insanı tanımamızı sağlayacak göstergeleri, öncelikle ayırt etmemiz gerekiyor. Bu göstergelerin bir kısmı, hemen her insan için geçerli olan, dolayısıyla insanın varlığında içkin olmayan arızi diyebileceğimiz göstergeler şeklinde nitelendirilebilir. Bazan da bu göstergeler, insanın varlığını tanımlamamızda ayırt edici bir nitelikte görünmesine rağmen, varlığından kaynaklanmayan, mesela onun istek ve iradesinden bütünüyle bağımsız olan bir gösterge olabilir bu. Kişilik ve kimlik kavramları burada belirleyici ve önemli işlevler yükleyebileceğimiz bir olguya işaret eder gözükmektedirler.
Gerçekten, insan cinsinin genelliği içinde, insan, kendisini ancak “kişilik” kavram ve olgusu temelinde belirgin hale getirebilir, diğer hemcinslerinden farklılığını ortaya koyabilir. Hatta insan olarak tanımladığımız genel varlık ya da canlı varlık, ancak kişilik olarak kendini gerçekleştirebilir, somutlaştırabilir, varlık kavramını tezahür ettirebilir. Buna, bir anlamda bazı düşünürler varoluş da demektedirler. Sözgelimi, Heidegger’in “varlık”, “varoluş” ve “oluş” kavramları üzerinde ısrarla durması, bir ölçüde de zorlanması burada hatırlatılabilir.
Demek oluyor ki, insan varlığımız, kişilik olarak gerçekleştirilmek durumundadır. Burada, kişiliğin neliği, nasıl gerçekleştiği ve oluştuğu, ne anlama geldiği gibi sorunlar kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır ve düşünceyle, bilim ve sanatla kopmaz bağı söz konusu olmaktadır. Bu bağlamda, bütün bunların kişiliği tanımlamaya, anlamaya, açıklamaya, yorumlamaya ve değerlendirmeye yöneldiğinde, bir takım ortak paydaların bulunduğu, daha doğrusu bulunması zorunluluğu kendini gösterir. Özetle bir insanın kişiliğini bilinir ve tanılır düzeyde kavramak istediğimizde, mesela o kişiliğin içkin olması gereken bir inancına, dayandığı bir değer ilkesine bakma zorunluluğu kendini gösterir. Kişiliğin içkin (mündemiç) olduğu inanç, o kimsenin Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Animist veya Budist olup olmadığı değerlendirmesine ve yargısına vardırır. Burada kimlik olgusuyla karşılaşmaktayız. Fakat kişilikler gibi, farklı kimlikler de söz konusu olabilmektedir. Mesela köylü, kasabalı, kentli kimliklerden söz edilebileceği gibi, yapılan faaliyetler temelinde çeşitli mesleki kimlikleri de göz önüne almak gerekir. Ancak bazı kimlikler, insanın irade ve seçimiyle belirlenirken, bazı kimliklerin içine doğulur. Türk, Arap, Fransız, Boşnak kimlikleri gibi kimlikler irade ve seçimin sonucu değildirler. Üstelik bunlar genel, her insan kişiliğine göre farklı şekillerde tezahür edebilir. Tanıdığımız bir Türk kimliği tembel olabileceği gibi, çalışkan ve güvenilir de olabilir. Bir Fransız kimliği taşıyan uçarıdır, bir diğeri zarif(gentille)dir. O halde, kişilik ile kimlikleri birbirine karıştırmamamız, kişiliğin bizim niyet, çaba, azim temelinde onu tezahür ettirmemiz gerekmektedir. Mesela Müslüman kimliği ilişkilerinde doğruluğu, dürüstlüğü, insanlara iyi davranmayı gerektirirken, bir Müslüman kişiliğe sahip olan yalancı, yetim hakkına göz dikici, insanları istismar edici olabilir. Sanıyorum kişilik ile kimlik olgularını birbirine karıştırmanın yanında, çoğunlukla pek ayırdından olunmadığı görülmektedir.
Kişilik, kimliği gözeterek kurulmadığı takdirde, hem kendisini insan olma imkânından yoksun bırakmakta, hem de ait olduğu kimliği, haksız ve insafsızca lekelemekte, küçük düşürmekte, en büyük, haydi ihanet demeyelim, ama kötülüğü yapmaktadır.