Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi tarihindeki kırılma noktalarından en çarpıcı boyutta olanı, kuşkusuz 28 Şubat sürecidir. Militarizmin kapıkulu olmayı içine sindiren, bu meşum sürece toplumsal reaksiyon gösterme noktasında elini bile kıpırdatmayan sözde sivil insiyatif sahibi kurumların, aksine süreci hızlandırmak için tüm güçlerini ortaya koydukları ve seçilmiş çok başarılı bir hükümeti alaşağı etmek için çaba gösterdikleri acı bir vakıa olarak tarihe not düşülmüştür. 5’li çete olarak tabir edeceğimiz sivil toplum örgütlerinin, yargının, medyanın toplumun üzerine bir karabasan gibi çöken anti demokratik kara bulutları kaldırmak bir yana, verdikleri beyanatlarla, açıklamalarla bu karanlık dehlize toplumu sokabilmek için seferber oldukları görülmektedir. Bu toplumsal aforizma, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi yaşamayanları biçimlemek, hizaya sokmak için darbe şakşakçılarının da cesaretlenmesine yol açmış, zihinleri yönlendirmek, düşüncelere hükmetmek, insanlara yön tayini yapmak için engizisyon anlayışından beter bir zihniyet hâkim kılınmaya çalışılmıştır. Bugün CHP saflarında milletvekilliği yapan Nur Serter ve avenesinin kurduğu “İkna Odaları” bunun en çarpıcı örneğidir. Başörtülü öğrencileri okula sokmamak, kendi arzuladıkları bir üniversite ortamını kurgulamak için yola düzülenler, kendi yaşam biçimine kendileri karar verebilecek kızlarımıza üst akıl verdiklerini zannederek herkesi biçimlemenin formülasyonunu yapmışlardır.
Önceki günlerde gazetelerde ve televizyonlarda bir haber vardı… Ege Üniversitesi’nde Astronomi Bilim Dalı’nda öğretim görevlisi olan bir profesörün, 28 Şubat’ın karanlık dönemi sonrasında başörtülü öğrencileri okula almaması dolayısıyla yediği hapis cezasının haberiydi bu. Öğrenciler YÖK’e şikâyette bulunmuşlar, soruşturmalar yapılmış, mahkeme süreci bitmiş, ceza onaylanmış… Herkesi kendisine benzetmek için kendince oynadığı oyun tutmayan profesörümüz 4 ay hapis cezasına çarptırılmış. Profesörümüz için birileri “Son Ders” safsatası altında bir konferans düzenlemişler… Salon tıklım tıklım dolu… Ağlayanlar mı ararsınız, sızlayanlar mı ararsınız… Profesörümüz diyor ki, “Yakında yine aranızda olacağım. Yapamadıklarımı yapacağım…”
Demokrasinin kırılma noktası olarak tabir edebileceğimiz nokta işte tam burasıdır. Bugün bu profesör gibi düşünen, bu profesör gibi zihninin arkasında hevesler besleyen yüzlerce insan, hâlâ sütre gerisinde kendi fikirlerinin iyot gibi açığa çıkmasını beklediği bir dönem için yanıp kavrulmaktadır. Bu profesör, “Benim yaptığım yanlıştı, demokrasi kültüründe bir başkasının hayat tarzına müdahale edilemez. Benim hayat tarzıma kimsenin müdahale etmesini istemiyorsam, başkasının da edilmesine karşıyım” diyeceğine, “Hapis yatıp döneceğim, kaldığım yerden devam edeceğim” beyanatları veriyor. Ve bu beyanatları, orada bulunan yüzlerce kişi de sanki çok matah bir şeymiş gibi alkışlıyor.
Türkiye’nin demokrasi haritasındaki kara lekeler bir bir temizlenmedikten sonra, insanların demokrasiyi tam anlamıyla içselleştirmesi sağlanmadıktan sonra, istediğiniz kadar kanun çıkarın, nizam çıkarın. Güç sahibi olmak için perdenin arkasında bekleyenler, sizin yaşam tarzınızı da elinizden almak için türlü niyetleri zihinlerinin arkasından atmıyorlarsa, demokrasiyi tam anlamıyla yerleştirmemiz asla mümkün olmayacaktır.
Çünkü demokrasi değişken bir algı değildir…
Bana göre demokrasi dediğiniz anda, orada hiçbir özgürlüğün toplumsal yansımasından söz etmeniz mümkün olmaz.