Kırılgan Ateşkesin Hedefi Türkiye mi?

Abone Ol

Suriyedeki iç

savaşı sona erdirmeye yönelik olarak taraflar önemli ama bir o kadar da

"umutsuz" bir adıma daha imza attılar. Bunu anlamak için kâhin olmaya

gerek yok. 2012 Cenevre ve sonrasında neler olduğu ortada. Taraflar, güya siyaseten-diplomatik yollardan çözüm diyor fakat

ardından her defasında iç savaş daha da şiddetleniyor, daha fazla insan ölüyor,

göç trajedileri yaşanıyor. Dolayısıyla, son ateşkes anlaşması filmin bir

kez daha başa sarılmaya başlandığı tarih olarak kaydedilebilir.

Bu arada, taraflar

dediğimizde sakın ola kafanız karışmasın. Suriye

iç savaşında aslında iki taraf var: ABD ve Rusya. Diğerleri bu iki ülke

tarafından birer "dolgu malzemesi" ve "etkisiz eleman"

olarak görüldüğünden süreçte ABD-Rusya nazarında çok da büyük bir ehemmiyet arz

etmiyorlar.

Bu aktörlere Türkiye

ve İran da dâhil. ABD-Rusya ikilisinin zaman zaman ortaya koyduğu çıkışlar,

aslında bu iki komşu ülkeye nasıl bir rol biçildiğini ortaya koyması açısından

da önemli. Belki de bundan dolayı İran yönetimi, büyükelçi değişimi vesilesiyle

Ankaraya ikili ilişkilerin "pozitif yönlü" geleceğine yönelik güçlü

bir mesaj verme yoluna gitti. Bunun üzerinde ayrıca duracağız.

Sorunun iki aktörün inisiyatifinde şekillendirilme ve

nihayete erdirilme çabaları, hiç kuşkusuz krizi daha da derinleştiriyor. Zira bölgesel ve bölge dışı aktörlerin (örneğin

İngiltere gibi), hatta yerel dinamiklerin bile buna rıza göstermesi mümkün

değil. Bu durum, Suriyedeki bölünmeyi ve çatışmaları daha da arttırır. Nitekim

arttırıyor da...

Bunun dışında Suriye

krizindeki unsurların kendi içlerinde bile yekpare bir duruştan ve yapıdan

bahsedebilmek zor. Uluslararası, bölgesel ve yerel bazdaki unsurların kendi

içlerindeki bu dağınıklığı, kontrolsüz görüntüleri süreç adına en önemli tehdit

kaynağı. Dolayısıyla, bu iki ana unsur kendi aralarında bir mutabakat sağlasa

bile gerçek anlamda çok boyutlu bir mutabakata varılabilmesi oldukça zor.

Ateşkes noktasında

tarafların yaptıkları beyanlara baktığımızda bile, bu ateşkesin çok bir umut

vermediği, tarafların sadece ellerindeki "meşruiyet kartını" ya da

olası bir "müdahale gerekçesini" kuvvetlendirmeye yönelik bir adım

attıkları görülüyor. Dolayısıyla, ateşkes süreçte diplomatik bir araçtan öte anlam

taşımıyor.

Sözün özü, bu kadar bölünmüşlükten ve çıkar

çatışmasından gerçek bir barışın ortaya çıkması zor. Çıksa çıksa ortaya sadece

"kırılgan barış" çıkar.

Ateşkesteki Mayınlı Noktalar...

27 Şubatta hayata

geçmesi beklenen ateşkese dair Moskova dan yansıyan detaylar ile ABD cenahından

yapılan açıklamalara bakıldığında bile bu husus kendisini çok net bir şekilde

gösteriyor.

Örneğin,

"Moskova: Tüm muhalif grupların 26 Şubat öğle saatlerine kadar ABD ve

Rusya ya ateşkes şartlarını kabul ettiklerini ve uyacaklarını bildirmeleri

gerekiyor; bildirimlerin ardından ABD ve Rusya askeri yetkilileri, ılımlı

muhalefetin pozisyonlarını belirleyecek; bu bölgelere Rusya, Suriye ordusu, ABD

ve müttefikleri ateş açmayacak. Muhalifler de Suriye ordusu ve müttefiklerine

ateş açmayacak, IŞİD ve El Kaide nin Suriye kolu Nusra Cephesi ateşkese dâhil

edilmedi. Rusya, Suriye ve ABD bu iki örgüte karşı operasyonları sürdürecek."

derken, ABD Başkanı Barack Obama nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett

McGurk, Suriye de rejimle hareket eden Rusyanın bombaladığı Halep te ne Nusra

Cephesi nin ne de IŞİDin bulunduğunu belirtiyor ve Çatışmaların

durdurulmasına yönelik anlaşma hayata geçirilecekse ve devam edecekse orada

şiddetin ciddi şekilde azaldığını görmeliyiz diyor.

Tek kelimeyle, buyurun cenaze namazına. Sormazlar mı

adama, siz ne üzerinde anlaştınız bunca vakittir diye...

Zaten, ateşkesin

ardından yapılan değerlendirmelerde de buna vurgu yapılıyor, anlaşmanın IŞİD ve

diğer cihatçı gruplara yapılan uluslararası müdahaleleri kapsamamasının, ateşkesin

uygulanmasını karmaşık hale getirdiği belirtiliyordu. Ayrıca, bu grupların

ardındaki ülkelerin de sürece ne kadar destek verdiği şüpheli. Dolayısıyla, örgütler bazında farklı

yaklaşımlar-tanımlar sorunu, bunlara yönelik mücadelenin boyutu ve aktörleri

noktasında yaşanan görüş ayrılıkları bizi çok daha farklı bir noktaya

götürüyor.

Hedef Türkiye mi

Ortada ciddi bir

ateşkes olmamasına ve ABD ile aralarında derin görüş ayrılıkları bulunmasına

rağmen Rusya Devlet Duması Dış İlişkiler

Komitesi Başkanı Aleksey Puşkovun Suriyedeki ateşkesin görünmez tehlikelerin

başında Türkiyenin geldiğini iddia etmesi ve Ankaranın yardım koridorlarını

yeniden açmasının ateşkesin ihlali anlamına geleceğini belirterek Türkiyeyi tehdit

etmesi oldukça dikkat çekici.

PYD/YPG bağlamında

krizin derinleştiği, başta Suriye Türkmenleri olmak üzere bölgedeki muhalif

güçler açısından çemberin her geçen gün daraldığı ve bu noktada Türkiyenin en

büyük "müttefiki" ile krizin derinleştiği bir dönemde ABD-Rusya

ikilisinin nasıl bir tezgâhı piyasaya sürmeye çalıştığı ortada...

Puşkovun bu açıklamasından günler önce Rusya

Dışişleri Bakanı Sergey Lavrovun Amerikalı mevkidaşı John Kerry ile Suriyede

ateşkesin nasıl uygulanacağının ele alındığı telefon görüşmesinde Türkiyeyi

"Suriyenin toprak bütünlüğünü ihlal eden provokatif eylemler"

yapmakla suçlaması bu noktada göz ardı edilmemeli.

Türkiyede NATO

kartı dâhil, bir çok hususun bir anda gündeme getirilmesinin altında da

muhtemelen bu "kirli tezgâh" yatıyor. Ankaranın mesajı

"alınmış" olmalı ki, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg: "Suriyede

bir NATO askeri varlığı için bir plan da yok. Ancak NATO, Türkiyeyi herhangi

bir saldırı karşısında korumasına yardım etmek için Türkiyede mevcut." açıklamasında

bulundu.

Bu arada, NATOnun

Türkiyedeki mevcudiyetinin esas hedefi noktasında da ciddi endişelerin ve kafa

karışıklıklarının olduğunu da ifade etmekte fayda var: NATO gerçekte Rusya için mi Türkiyede, yoksa bir ABD-Rusya yapımı

ortak bir projenin hayata geçirilmesi ve bunun kabul ettirilmesi için mi