Tarih sahnesinde birçok kral, hükümdar, sultan başrol oynadı. Hepsinin farklı hikâyeleri, yaşantıları, hezimetleri, başarıları oldu. Ancak bu sahnede, öyle bir başrol var ki, tüm zamanların ve mekânların içinde çok ayrı bir yerde büyük bir başarı ve çok ilginç hayat hikâyesi ile yer alıyor; Mısır Memluk Türk Devleti sultanı ve gerçek kurucusu da kabul edilen Sultan Baybars…
Kader onu, Kuzey Karadeniz’de, boyunun ismi ile anılan Deşt-i Kıpçak ülkesinde ele avuca sığmaz bir çocuk iken bir karabasan karanlığında tutsak edip köleleştirmiş ve güneye sıcak Mısır ülkesine satmış, sonra da yüzüne gülüp, köle olarak geldiği bu her şeyiyle yabancı ülkeye, büyük ve unutulmaz bir sultan yapmıştı.
Kıpçak boyu, Türk milletinin en büyük gruplarından biri olarak Hazar ve Karadeniz’in kuzeyinde, Altay dağlarından Balkanlara kadar olan çok büyük bir alanda hâkimiyet kurmuştu. Renkli gözleri, sarışın yüzleri ve iri yapıları ile Türk boyları arasında farklı bir tipolojiye sahiptiler. Genel olarak boylar federasyonu halinde yaşayan ve tam bir devlet düzeni kuramamış olan Kıpçaklar, Oğuzlar, Peçenekler, Uzlar gibi komşu Türk boyları ve kuzeydeki Ruslar ile mücadele halinde idiler. Çevrelerindeki tüm gruplara yaptıkları amansız ve acımasız baskın ve yağmalar ile yaklaşık 250 sene bu çok büyük coğrafyanın yegâne efendisi olduklarını herkese kabul ettirmişlerdi.
Macarlardan Ruslara, Bizans’tan, Oğuzlara kadar birçok milletin hafızasında edebiyatında ve şiirinde kalıcı yer edinmişlerdi. Oğuz Türkleri ile olan mücadeleleri, edebiyatımızın temel taşlarından olan Dede Korkut hikâyelerinde bolca anlatılmıştı. Bugün bile bu devasa coğrafyaya Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) denilmesi, bölgedeki etkin rollerini anlamamıza yeterlidir.
Ancak rüzgâr şimdi tersinden esmiş, bu kez karşılarına kendilerinden daha yağmacı, daha acımasız ve buna karşın çok daha disiplinli ve savaş makinesi bir topluluk çıkmış, kendilerinin de çıkıp geldiği Asya içlerinden gelip önlerine dikilmişti; Moğollar…
Cengiz liderliğinde durdurulmaz bir güç haline gelen Moğollar, Asya’nın kuzeydoğusundan çıkıp önlerine çıkan tüm unsurları yakıp yıkıp yok ederek batıya, kuzeye ve güneye doğru inanılmaz bir hızla ilerliyordu. Harezm ülkesini aldıktan sonra Kuzey Karadeniz ve doğu Avrupa yönüne doğru yapılan ilerlemenin başında Cengiz Han’ın çok güvendiği bir isim vardı; aslen Tuva Türk’ü olan efsane komutanı Subutay.
Katıldığı hiçbir savaşı kaybetmemiş olan Subutay, Cengiz Han’ın, bütün kuzey ülkelerini kendisine verdiği en büyük oğlu Cuci’den aldığı emir ile Deşt-i Kıpçak’ın önünde hayalet gibi belirmişti. İlk olarak güney Kafkasya bölgesini zapt eden Subutay önderliğindeki Moğollar, bu hiç bilmedikleri coğrafyada aldıkları zaferin gücü ile kuzeyde Rus stepleri ve batıda Balkanlara kadar olan toprakları Cuci’ye bağlamak için ilerlemeye devam edince tarih, bölgenin efendisi Kıpçaklar ile Moğolları karşı karşıya getirmişti. Aslında güney Kafkasya’da ilk yenilgisini alan Kıpçaklar, müttefiklerini terk ederek daha kuzeye kaçmış ve bu kez Ruslarla işbirliği yaparak Moğolların karşısına çok büyük bir ordu ile çıkma planı yapmışlardı.
Tarih 1223 yılını gösterdiğinde bölge tarihini derinden etkileyecek olan meşhur Kalka Nehri savaşında Moğollar, kendilerinden 3 kat büyük birleşik Rus-Kıpçak ordusunu Subutay’ın dâhiyane savaş planı ile yok etmişti. Günlerce sahte bir geri çekilme yapan Moğollar, Kalka Nehri’ni geçince pusuya yatmış, kendilerini takip eden ve ana merkezden açılan Kıpçak süvarilerini ve Rus birliklerini büyük oranda yok etmiş ardından gelen birlikler de bu yok oluştan kaçamamışlardı.
Güneydeki ilk savaşta olduğu gibi bu savaşta da müttefiklerini yalnız bırakıp kaçan Kıpçak başbuğu Köten Han, hayatını kurtarsa da artık bölgedeki tüm hâkimiyeti Moğollara bırakmış ve Kıpçak egemenliği son bulmuştu. Bundan sonra acımasız yağma ve talan hareketleri, bu işin gerçek sahipleri Moğolların eline geçmişti. Kıpçaklar ise bu büyük coğrafyada tamamen dağılmışlar, sonrasında çeşitli ülkelerin ordularında savaş gücü olarak yer almış ve tarih sahnesinden bir topluluk olarak çekilmişlerdi.
Tarih, büyük sahnesinden bu yıllarda Kıpçakları alırken, aynı zamanda sahneye tek başına unutulmaz izler bırakan bir Kıpçak’ı çıkarıyordu; Baybars…
Baybars, işte bu olayların yaşandığı tarihlerde Hazar ve Karadeniz’in kuzeyinde hanlar soyundan olarak Borlu kabilesinde doğmuş ve Kırım’a geçmişti. Boyunun kaderini o da yaşamış ve Kıpçak bozkırının bu özgür ruhlu çocuğu, diğer birçok ırkdaşı gibi, obalarına yapılan baskın sonucu esir edilmiş ve Moğollar tarafından esir tüccarlarına satılmıştı.
Savaşçı özellikleri son derece gelişmiş Kıpçak çocuk ve gençleri, esir alınıp, çeşitli ülkelerin ordularında asker olmaları için köle tüccarları vasıtası ile satılır olmuşlardı. Ve tarihin garip bir cilvesi olarak bu köle Kıpçak çocukları, gittikleri ülkelerde çok büyük işler yapmış hatta devletler kurmuşlardı. İşte Baybars da bu çocukların en meşhur olanı idi.
Moğolların, Bizanslı esir tüccarlarına sattığı 15 yaşındaki Baybars, daha sonra ölene kadar beraber kader arkadaşlığı yapacakları, Bedreddin el Beyseri ile birlikte Anadolu’ya getirilmiş ve büyük Sivas köle pazarında satılmıştı. Beyseri ile yolları burada ayrılmış ve ayrı diyarlara götürülmüşlerdi. Bu can yakıcı ayrılığın acısı ile bilinmezlere doğru yolculuğuna devam eden Baybars, köle tüccarları tarafından Halep’e getirildi. Burada İbn-i Füleyh hanında yoldaşı Beyseri ile yolları tekrar birleşmişti. Deşt-i Kıpçak’ın bu güzel çocukları artık köle pazarlarının yareni olmuştu.
Sarışın, mavi gözlü, bir gözünde leke olan, uzun boylu, omuza kadar saçları ile son derece heybetli görünen Baybars, yeni efendilerinin yüzünü güldürüyordu. Onu iyi bir paraya satacaklarını düşünüyorlardı. Daha sonra Hama şehrinin sahibi El-Melik el-Mansur tarafından satın alınmak istenen Baybars, El-Melik el-Mansur’un annesinin kendisinden hoşlanmaması üzerine satılamamıştı. Bu gözü lekeli heybetli adamın uğursuzluk getireceğine inanmıştı kadın. Bu kez esir tüccarlarının hevesi kursağında kalmış ve onu alelacele çok ucuz bir fiyata satmışlardı.
Bundan sonra yolu Şam’a düşen Baybars, aslında talihinin tam da dönüşeceği yerde olduğundan habersiz yeni efendisini bekliyordu. Hama’da göz altında bulunan Emir Alaaddin Aytekin el-Bundukdari, Baybars’ı 40 dinara satın almış ve sağlam yapılı bu gencin iyi bir asker olacağını düşünerek onu memlukleri arasına katmıştı. Kuzey ülkelerinden esir olarak getirilip savaşçı olarak yetiştirilen bu gençlere Memluk deniliyordu.
Daha sonra Bundukdari’nin affedilip Kahire’ye gitmesi ile artık Baybars da kaderinin tamamen değişeceği yere Kahire’ye gelmiş bulunuyordu.