HER canlı gibi Kenan Evren de ölümü tattı. Bundan sonrası için kimsenin yapacağı bir şey yok. Ancak, Evren’in ölümü ile bir devrin kapandığı değerlendirmesi bana gerçekçi gelmiyor. Çünkü kapanan sadece Evren’in hayat çizgisi. Ama, acıları yaşayanların daha büyük bir bölümü hayatta ve onlar için 1980 darbesinin ardından yaşadıkları hâlâ hafızalarında canlılığını koruyor. O bakımdan Evren’in ölümünün ardından atılan, “Bir devrin sonu” ya da, “Bir devir kapandı” başlıkları sadece Evren ile ilgili bir dönemin kapandığını ifade edebilir ama özellikle darbenin ardından yaşanan acıların sahipleri için o dönem henüz kapanmadı/kapanması da mümkün değil.
Bir gazetenin Evren’in vefatını, “Alkışı da gördü nefreti de” başlığı altında vermesi sanıyorum bir darbe dönemini ifade etmesi bakımdan dikkat çekiciydi. Özellikle ülkemizde darbelerin her dönemde sivil alkışçıları olduğunu hatırlatmış oluyordu. Şahsen 27 Mayıs 1960 darbesini de yaşamış birisi olarak bir takım kimselerin balkonlardan yarı bellerine kadar sarkarak, “Ordu ordu çok yaşa” diye bağırmaları, CHP yandaşlarının sevinç çığlıkları atmaları hâlâ hayalimden gitmemiştir. Onlar sevinç çığlıkları atarken toplumun büyük bir bölümünün için için gözyaşı döktüğünü de unutmadım. Bu vesile ile darbecilere yönelik bu tür sevgi gösterilerinin çoğu zaman samimiyetten uzak tavırlar olduğunu, bir taktım insanların yeni durma anında intibak edebildiklerini gösterir. Çünkü 27 Mayıs 1960 darbesinde Tarım Bakanlığı’nda çalışıyor, akşam lisesinde okuyordum… Sokağa çıkma yasağının kalkması ile iş yerine gelmiştik. Harbiyeliler bakanlığın önünden geçerlerken eşi ve kendisi Tarım Bakanı Nedim Ökmen tarafından işe alınmış, darbe gününe kadar bakandan, “Ağabey” diye söz eden bir hanımın, “Ordu ordu çok yaşa” diye bağrışlarını dün gibi hatırlarım.
1980 darbesinin ise doğrudan mağdurlarından birisi olmam sebebiyle onun yüreğimde oluşturduğu acı anılar ölene kadar yüreğimdeki yerini koruyacaktır. Hayatımın 10 yılı mahkemelerde geçmiş, mahkûmiyetler, cezaevi, ardından salıverilme, bir süre sonra tekrar tutuklamalar benden çok aile fertlerim üzerinde yoğun acıların yaşanmasına vesile oldu.
Bir polis timinin ben işte iken evimi basması, ellerinde otomatik silahlarla beni sormaları karşısında hamile olan gelinimin yaşadıklarını, eşimin benim Milli Gazete’deki işimde olduğumu söylemesi üzerine, “Yalan söylüyorsun” ithamına maruz kaldığını öğrendiğimde beni yıllar süren yargılama ve ceza evinde geçen günlerimden daha fazla üzmüştü.
Eşimin niçin yalancılıkla itham edildiğini, akşam işten döndüğümde karakolda beni bekleyen timin arabasında emniyete götürülürken anlamıştım. Polislere niçin götürüldüğümü sorduğumda içlerinden birisinin “DİSK’li imişsin” demesi üzerine anlamış ve bir şok daha yaşamıştım. Çünkü DİSK ile bir ilgim yoktu ve Akıncılar davasından yargılanıyordum. Emniyette yere serilmiş ince bir battaniyenin üzerinde üç gece geçirdikten sonra Sıkıyönetim Mahkemesi’nde işin aslını öğreniyordum, darbeden iki ay sonra İran-Irak savaşını izlemek üzere Irak’a gitmiş, orada pasaportumu kaybetmiştim. Yurda dönünce Emniyete pasaport yenilemek için müracaat edince, yurt dışına kaçmak için hazırlık yaptığım düşünülerek yakalanmam istenmiş ve evime yapılan baskın bundanmış. DİSK’li olma ithamı ise o gün ben hariç DİSK’lilere yönelik operasyon olmasıymış.
Bu arada Mamak’ta yaşananlar ayrı bir felaket ve insanlık dışı uygulamalar zinciridir. O dönemde asılanları, işkenceden hayatını kaybedenlerin unutulması mümkün mü .. Uzun süre tutuklu kalan, bugün hayatta olmayan bir kardeşimin ilk çıktığı duruşmada içeride yaşadıkları sonucu sivil hâkimlere bile, “Komutanım” diye hitap eder hale geldiğini bugünkü gibi hatırlıyorum. Bunun da ötesinde hâlâ 1980 darbe anayasasının yürürlükte oluşu bile sadece darbe mağdurları için değil tüm toplum için o dönemin bitmediğini göstermeye yetmez mi