Kim Nerede Eğleşiyor?

Abone Ol

İnsanın eğleştiği yer bir nevi yurdudur. Kendini

rahat hissettiği, özgürce ifade edebildiği, özel ya da genel olarak

dertlerini dillendirdiği, sevinçlerini paylaştığı, kederlerini dağıttığı

bir -benzetmede topallık olmaz herhalde- yuvadır. Bu yuvanın köklü

gelenekleri olduğu oranda tarihi sahnede rol alma olasılığı da artar.

Yuvanın köklü geleneğe sahip olduğunu anlayabilmemiz için ilkönce adalet

terazinin hilesiz olduğuna bizi inandırmalıdır.

Günlük değişen değerler değil de insana hayatı boyu lazım olacak olan

değerlerin meydana getirilmesi ve bu değerlerin "falan benim canımı

sıktı" gibi entipüften bahanelerle değişmemesi gerekir. Köklü değerden

kastımız budur.

Önemli soru şu; edebi kamu için köklü geleneğe sahip bir yuvamız var

mı Aynı değerlere sahip fakat o değerleri farklı gören, birey

olabilmeyi başarmış olmakla birlikte sosyal konumlanması gerçekçi ve

riyasız, kendine ait aynı zamanda kendine has bir dünyası olan

insanların bir araya geldiği bir ortam var mı Sanatın kolektif bir

eylem olmadığını biliyoruz.

Çünkü "sanat şahsi ve muhteremdir". Bu önermeye tüm benliğimizle

inanıyoruz. İnanmayanlar kendine özgü bir kalem sahibi olamadan ve yine

kendine has bir eser veremeden bu dünyadan göçenlerdir. Bu tür insana da

ihtiyaç vardır sözünü ettiğimiz yuvada.

Çünkü her yuvanın çatısı var ve o çatıyı ayakta tutacak bazı dolgu

malzemelerine de ihtiyaç vardır; bir betonarme çatının sadece demirlerle

ayakta durmayacağını hepimiz biliriz. Kum da lazımdır hatta bazen çakıl

da gerekebilir. Ama çatıyı ayakta tutan demir ve çimentodur.

Bu iki unsur olmadan kum tek başına bir çatı oluşturamaz. Buradan

giderek kestirme yoldan şu sonuca varabiliriz; sanat çimento ve demir

ise zanaat kumdur. Bu anlamda sanat yapılan bir şeydir. Doğal değil

yani. Fakat yapılana tekrar bir doğallık kazandırmak gerekiyor; diyelim

Karacoğlan şiiri çok doğal söylenmiş gibi görünebilir dışarıdan bakınca

fakat işin içine girince sadece Karacaoğlanın başardığı ya da sadece

Karacaoğlana has olan verginin getirdiği birtakım yapmalar

görebiliriz. İşte bu yapmalar sanatın içine öyle bir yerleştirilmeli

ki okur o yapılanı görmemelidir.

Yani çimento ve demiri betonlaştırarak kum yumuşaklığına

varabilmektir sanat. Bu işlemi de sanatçı tek başına başarabilir.

Başkasının müdahalesi ile sanat meydana getirilemez; bizden başka biri

bize ancak materyal sağlamada yardımcı olabilir. Başka türlü yardımcı

olamaz.

Çünkü sanatçı, insanlığın bütün unsuruyla tek başına karşı karşıyadır

ürününü meydana getirirken. Dışardan kimseler bize, basitçe söylersek,

bazı kitapları önerebilir ya da başından geçmiş bir olayı anlatarak

sanat için ilk adım olan atmosferi sağlayabilir ama bir şiiri nasıl

söylememiz gerektiğini tamı tamına tarif edemez.

Ediyorsa o, o kişinin şiir anlayışıdır; bizim anlayışımız değil. Eee o

halde sanat tek başına yapılan bir eylemse niye başkalarına ihtiyaç

duyuyor sanatçı ve bir ortam arayışına giriyor Bu soru biraz da

aristokratça bir sorudur aslında!

Günümüz edebiyat dünyasında sağlıklı bir edebiyat ortamının (yuvanın)

olmayışı; yuvanın bir nevi sahipliğini yapan -bazen yaşça bazen makam

ve paraca- büyükler tarafından sanatçı kişiliğin özgün birey olmasını

istememesi veya sanatçı kişilik çok inat ederse engellemeye, bu da

olmazsa yanından yöresinden uzaklaştırmaya çalışması sonucudur. Yani

bana itaat et, bana itaat etmiyorsan müridime itaat et, o da olmuyorsa

çık git buradan deniliyor. Bu sebeple takım ruhundan nefret etme

derecesine geliyor şair ve yazarlar.

Sonra ne mi oluyor; cemaatin mevkutesinde cemaatin fikirlerinin tam

aksine düşünceye hatta düşmanlık fikirlerine sahip kimseler (üstelik bu

kimselerin özgün tek satırı yok) yer alabiliyor da cemaate yakın

düşünceleri veya da hiç olmazsa cemaate düşman olmayan sanatçılar yer

alamıyor söz konusu mahfilde.

Örneğin bir derginin sahibi şeriatçılıkla suçlanıyor yani öyle

tanınıyor ama dergide ürünlerine yer verdiği kimselerin çoğunluğu en

azından dinden imandan uzak kişilerdir. Şimdi sağlıklı bir ortam

olabilir mi Yukarıda sosyal hayatında riyasız demiştik bu davranışlarda

riya yok da ne var! Ben falana önem verirsem o da bana önem verirden

kurtulmalıyız bir kere.

Ben falana benim sanat ölçütlerimce değerli olduğu için önem

vermeliyim bana önem verdiği ya da önem vermediği için değil. Ama

ortamda bu böyle olmuyor. Ya nasıl zuhur ediyor derseniz, edebi

kamunun bunca dağınıklığına göz atmanızı salık vereceğim.

Nedir Allah aşkına bu dağınıklık bu bencillik bu edebiyattan uzak ilişkiler, nedir