Kıbrıs kadim bir Türk ve Müslüman vatanıdır! İşte gerçekler

Abone Ol

Kıbrıs, Türk Milletinin vazgeçilmez, geçilemez bir vatan parçasıdır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ise, 1878’de fiilen elimizden çıkmış bu vatan parçasına 96 yıl sonra tekrar dönmektir, soykırıma uğrayan Kıbrıs Türkü’ne sahip çıkmadır. Hem de tüm sıkıntılara ve baskılara rağmen büyük bir siyasi irade ve kararlılıkla…

Bu iradeyi gösteren Rahmetli Erbakan ve Rahmetli Ecevit’i şükran ve minnetle anıyorum.

Kıbrıs, Türk Milleti’nin büyük bedeller ödeyerek ve fedakarlıklar yaparak, tekrar kazandığı bir vatanıdır.

Bugün Kıbrıs’ı ve tarihini yalnızca bu tip Rum-Yunan ekseninden okumaya çalışanlar, bilerek ya da bilmeyerek gerçeği tahrif etmektedirler. Çünkü tarihin bizzat kendisi, arkeoloji, dil buluntuları, coğrafya, nüfus hareketleri ve yazılı kayıtlar, Kıbrıs’ın Anadolu ve Türk kökenli bir ada olduğunu göstermektedir.

Ancak, Ada’nın 1571’de fethinden önce Türk ve Müslüman geçmişi olmadığı gibi bir yanlış algı maalesef yaygındır.

Aksine, Kıbrıs aslında köklü bir Türk ve Müslüman tarihine sahiptir

Cilalı Taş Çağı’na dek giden buluntular, Kıbrıs’ın ilk yerlilerinin Anadolu’dan göçen Türk kökenli insanlar olduğunu ortaya koymaktadır. Bu, yalnızca bir göç hareketi değil, bir kültür ve kimlik taşıma sürecidir. Anadolu’dan adaya göç eden bu ön-Türk topluluklar, yalnızca tarım ve üretim bilgilerini değil, elbette ki dillerini de yanlarında getirmişlerdir.

Kıbrıs’ta kökeni MÖ 3000’e kadar uzanan ve MÖ 3. yüzyıla kadar kullanılan Türk temelli bir dilin varlığı, Kıbrıs’ı tarih öncesi çağlardan itibaren Anadolu Türk coğrafyasının bir uzantısı yapmaktadır. Bugün “Kıbrıs Hece Yazısı” olarak bilinen yazı sistemi, Orhun Yazıtlarından yaklaşık 900 yıl öncesine uzanan bir geçmişe sahiptir.

Araştırmacı Mehmet Turgay Kürüm’ün Kıbrıs Hece Yazısı ile Göktürk Hece Yazısı arasındaki benzerliği ortaya koymuş olması tesadüf değildir. Bu benzerlik yalnızca alfabe düzeyinde değil, dilsel mantık, yapısal işaretleme ve fonetik karşılıklar düzeyinde de kendini göstermektedir. Bu veriler, Kıbrıs’ın kökeninde Ön-Türk kültürünün bulunduğunun güçlü bilimsel kanıtlarıdır. [1]

Bir Türk kavimi olan Akatlar tarafından MÖ 2000’lerde Kıbrıs’a Alasya dendiği ve Kıbrıs’ta Alasya Krallığı kurulduğu da tarihi belgelerde mevcuttur.

· Fenike ve Asur Egemenliği (M.Ö. 900–669)

· Mısır ve Pers Dönemleri (M.Ö. 560–332)

· Büyük İskender ve Mısır Merkezli Krallıklar (M.Ö. 332–58)

· Roma İmparatorluğu (M.Ö. 58 – M.S. 395)

· Haçlılar – İngiltere Kralı Richard Aslan Yürek (1191)

· Doğu Roma Dönemi (395–649)

· Hz. Osman Döneminden itibaren Arap-İslam Egemenliği (649 – 965)

· Doğu Roma (Rûm) İmparatorluğu (965 – 1191)

· Haçlılar – İngiltere Kralı Richard Aslan Yürek (1191)

· Lüzinyan Krallığı (1192–1489)

· Venedik Cumhuriyeti (1489–1571)

· Osmanlı İmparatorluğu Dönemi (1571–1878)

· İngiliz Dönemi (1878–1960)

· Kıbrıs Cumhuriyeti Dönemi (1960-1974)

· 1974 sonrasında ise 1975’de Türk Federe Devleti, 1983’te KKTC dönemi başladı.

Kıbrıs adasını biz Yunalardan değil Venedikliler ’den aldığımız gibi, Kıbrıs adası hiçbir Yunan ya da Helen Devletinin egemenliğine de tarih boyunca girmemiştir.

Atina’nın en güçlü dönemi olan Perikles devrinde bile Kıbrıs üzerinde hakimiyet kurulamamıştır. Bu gerçeklik, Kıbrıs’ın Yunan hakimiyetinde bulunduğu ve kökeninin Yunan olduğu iddiasının tarihsel değil, modern ve siyasi bir kurgudan ibaret olduğunu gösterir.

Burada tarih araştırmalarında sıkça “Doğu Roma’nın Bizans olduğu, Bizans’ında Yunan olduğu” çarpıtmasına da değinmek gerekir: Prof. Dr. İlber Ortaylı tarihte Bizans adıyla bir devlet olmadığını şu sözlerle belirtiyor;

Tarihte “Bizans” diye bir devlet hiç olmamıştır. Bu kavram, 16. yüzyılda Alman bilim insanı Hieronymus Wolf tarafından uydurulmuş bir isimdir. O dönemde kendilerini “Roma İmparatorluğu’nun devamı” olarak gören bu devletin resmi adı “Doğu Roma”dır[2]”.

Bu gerçek, iki önemli sonuca işaret eder;

Birincisi, Bizans-Yunan eşitlemesi tarihsel bir yalandır.

İkincisi, Doğu Roma’nın egemen olduğu dönemde dahi Kıbrıs’ın Yunanistan ile bağının olmadığıdır. Kıbrıs, Doğu Roma döneminde idari olarak Antakya’ya bağlıydı. Bu dahi adanın tarihsel ilişkilerinin doğuya, Anadolu’ya ve Orta Doğu’ya yönelmiş olduğunu açıkça göstermektedir.

Özetle, Kıbrıs tarih boyunca bir Yunan adası olmamıştır. Kıbrıs’taki gayri-müslim halk da aslında Yunan değildir. Rum ayrı, Yunan ayrıdır. Rum, Doğu Roma İmparatorluğu tebaasına denirdi. Her Yunanca konuşan Yunan değildir. Doğu Roma’nın ikinci dönem yayığın dili Yunanca olduğu için her etnik gruptan tebaa bu dili konuşurdu.

Kıbrıs’taki bu gerçeği yalnızca Türk tarihçileri değil, İngiliz devlet adamları ve tarihçileri de açıkça ifade etmişlerdir. 1907 tarihli Kıbrıs raporunda Winston Churchill şöyle der: “Kıbrıs tarih boyunca hiçbir zaman Yunanistan’a bağlı olmamıştır. Kıbrıs en geniş bir hayal ile bile coğrafi bakımdan Yunanistan’ın bir parçası olamaz. Kıbrıs’ta kendilerini Yunanlı sayan Rumlar da aslında Yunanlı değildir. Yunan dili, adadaki Rumların Yunan göreneklerine bağlı kalmalarını sağlamıştır.” Bu sözler, siyasi propagandanın ve sonradan inşa edilen “Helen/Yunan Kıbrıs” söyleminin gerçek dışı olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır[3].

Ünlü Kıbrıs tarihçisi Sir George Hill de aynı gerçeği şu sözlerle ifade eder: “Kıbrıs’ın Helenik Yunanistan’ın bir parçası olduğu bir devir yoktur. Kıbrıs Kilisesi Doğu Ortodoks Kilisesi’nin özerk bir üyesiydi ve o yüzden din, dil ile birlikte Kıbrıslı Rumlar (Roma İmparatorluğu tebaasına Rum denirdi) ’a Yunan kökenli olduklarını düşündürmüştür.[4]”

Yani Kıbrıs’ta yaşayan Rumlar, kültürel olarak zaman içinde Yunan diline yönelmiş olsalar da biyolojik, etnik ve tarihsel açıdan Yunan değildir. Bu, uzun vadeli bir kültürel yönelişin sonucudur; kökeni belirleyen bir unsur değildir.

Buraya kadar anlatılanlar Kıbrıs’ın Anadolu ve Ön-Türk kimliğini ortaya koyarken, Kıbrıs’ın İslam tarihi de aynı derecede köklüdür, hem de sanıldığından çok daha eskidir.

Kıbrıs’a İslam egemenliğinin ilk gelişi, Hz. Osman döneminde, yani 649 yılında gerçekleşmiştir. Bu sefer, İslam tarihinin ilk büyük deniz seferidir. Donanmayı yöneten isim ise ünlü komutan Muaviye bin Ebu Süfyan’dır. Bu seferde, Hz. Peygamber’in yakın çevresinden olan birçok sahabe de yer almıştır. Kıbrıs kıyılarına ayak basan sahabelerden biri, İslam’ın ilk şehit kadınlarından kabul edilen Ümmü Haram bint Milhan, yani Hala Sultandır. Rivayetlere göre Hala Sultan, Kıbrıs’ta attan düşerek şehit olmuş ve Larnaka yakınlarında defnedilmiştir. Hala Sultan Türbesi ve tekkesi bugün dahi adanın Müslüman hafızasının ve kutsallığının sembolüdür.

Ancak yalnızca Hala Sultan değil, başka sahabeler ve Müslüman komutanlar da Kıbrıs’ta şehit olmuşlardır. Arkeolojik kayıtlarda ve Osmanlı mezar taşlarında geçen isimlerden bazıları:

· Ubade bin Samit (r.a.) — Hz. Peygamber’in sahabelerinden, Kur’an öğretmenlerinden.

· Ebu Zer el-Gıfari’nin yakın akrabalarından bir grup — 647-649 aeasındakiKıbrıs seferine katılan yardımcı birliklerde yer almıştır.

· Şemmas bin Osman — 647 yılında Kıbrıs’ın fethi sırasında şehit düşmüştür.

· Müslüman donanma şehitliği — Kıbrıs’ın kuzey kıyılarında 7. yüzyıl yerleşim izleriyle birlikte bulunmaktadır.

Kıbrıs 649-395 yıllarında, 309 sene Arap-İslam egemenliğinde kalmıştır.

Ayrıca Kıbrıs’ta, Lefkoşa, Tuzla, Magosa ve Girne çevresinde çok sayıda erken dönem İslam mezarlığı tespit edilmiştir. Bu mezarlarda kullanılan taş işçiliği, Suriye-Antakya hattındaki erken İslam mezar tipleriyle birebir uyumludur. Yani İslam’ın Kıbrıs’a gelişi yalnızca askerî bir sefer değil, aynı zamanda toplulukların yerleştiği, camilerin inşa edildiği ve İslam kültürünün yaşandığı bir dönemin başlangıcıdır.

Bu Müslüman varlığı, ada 1570’te Osmanlı tarafından fethedildiğinde yeniden canlanmış, adada vakıflar, medreseler, hanlar ve tekkeler kurulmuştur. Yaklaşık 200 bin nüfuslu adada bu dönemde 150 bin kişinin Türk olduğu kayıt altındadır. 1572 yılında yapılan kayıtlar, adada yalnızca 20 bin Rum (gayri Müslim) bulunduğunu gösterir[5].

Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere Kıbrıs’ta Türk nüfus, Kıbrıs’ta İngiliz egemenliğinin başladığı 1878’e kadar Rum’dan daha fazla idi.

Tüm bu tarihsel, arkeolojik, dilsel ve dini gerçekler tek bir hakikati haykırır:

Kıbrıs ne antik dönemde ne Orta çağda ne de modern çağda bir Helen adası olmuştur.

Kıbrıs; Anadolu’nun uzantısıdır, Ön-Türk kültürünün izini taşır, Hz. Peygamber dönemine uzanan İslam hafızasını barındırır.

Bugün Kıbrıs’ı savunmak, yalnızca toprak savunması değildir. Tarihi savunmaktır.

Hafızayı savunmaktır, kimliği savunmaktır.

Kıbrıs Türk’tür. Bu yalnızca bir inanç değil, tarihle sabit bir hakikattir.

Kıbrıs’ta uydurma bir Yunan ve Ortodoks Hristiyanlık tarihini ön plana çıkaranlara, sadece İsa’dan sonraki dönemdeki (önceki dönemlerdeki Türk varlığını saymıyorum bile) 700 yılı aşkın mutlak Türk-İslam hakimiyetini hatırlatmak isterim.


[1] M.T. Kürüm, “Kıbrıs Hece Yazısı – Unutturulan Kıbrıs Türklüğü, MÖ 1000-300,” Tarih ve Arkeoloji blogu, 6 Şubat 2024. Erişim: https://tarihvearkeoloji.blogspot.com/2024/02/kbrs-hece-yazs-mehmet-turgay-kurum.html

[2] “Bizans ismini Avrupalı uydurdu.” Milliyet Gazetesi, 2003. Erişim: https://www.milliyet.com.tr/gundem/bizans-ismini-avrupali-uydurdu-5173026

[3] Misztal, M. (2013). Churchill’s visit to Cyprus in 1907: Enosis and Constitutional issues. Annales Universitatis Paedagogicae Cracoviensis, Studia Anglica, 3(136)

[4] George Hill, A History of Cyprus, vol. 1 (Cambridge: Cambridge University Press, 2010).

[5] Ahmet Atasoy, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Nüfus Coğrafyası,” Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 8, no. 15 (2011): 37.