Kerbela’nın hatırlattıkları

Abone Ol

Bugün, Müslüman coğrafyaya baktığımızda; savaşlar, iç çatışmalar, parçalanmışlık, yoksulluk ve zalim yöneticilerin hüküm sürdüğü bir manzarayla karşı karşıya olduğumuz herkesin malumu. Bu tabloyu yalnız güncel siyasal okumalarla değil, tarihsel ve ahlaki bağlamda da değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü tarih, sadece geçmişin bilgisi değil; bugünün sorumluluğu, yarının ise meselesidir. Hicri takvim olarak Muharrem ayının içerisindeyiz ve bu ay çıkmadan Kerbela’yı tekrar tekrar hatırlamamız bu açıdan önemlidir. Zor zamanlardan geçtiğimiz bu günlerde Kerbela’nın günümüze vermek istediği mesajı unutmamalıyız.

Kerbela, sadece tarihte yaşanmış elim bir olayı değil; bir ümmetin adalet terazisinin kırılmasını, suskunluğun hüküm giymesini ve iktidarın hakikatin önüne geçmesini bize anlatıyor. Kerbela, yalnızlığın, ihanete uğramış idealin ve toplumsal kayıtsızlığın sembolüdür. Bugün Müslüman toplumların yaşadığı derin krizlerin kökleri de bu zeminde aranmalıdır. Suriye, Yemen, Sudan, Libya, Irak ve Afganistan gibi birçok İslam ülkesinde süregelen iç savaşlar, sadece siyasi veya ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Bu çatışmaların temelinde, otorite krizleri, meşruiyet tartışmaları, mezhebi ayrışmalar ve ahlaki zafiyetler vardır. Kerbela bunların tecrübe edilmiş halidir ve tarih her gün kendini yenilemektedir.

Dün iktidar adına Hz. Hüseyin’in katledildiği bu coğrafyada bugün aynı manzaranın tekrar ettiğini görmek, Kerbela’nın tarihsel değil, sürekli bir ahlaki uyarı olduğunu bize gösteriyor. Ve tıpkı Kerbela’da olduğu gibi, bu zulme karşı direnenlerin çoğu yine yalnızdır. Ne yazık ki, büyük çoğunluklar konfor alanlarından çıkmayı göze alamıyor. Yapılabilenler ise sadece bir avuç Hüseyni duruşun hamasetinde tatmin olmaktır.

Bugün Müslüman coğrafyanın içinde bulunduğu durumu ekonomik ve teknolojik anlamda yetersiz kalmaya bağlayabiliriz. Ama aslında bu durum bir sonuçtur. Esas neden, zihinsel ve ahlaki temelde yaşanan çözülmedir. Bu ahlaki krizi atlatamadığımız sürece bu cendereden çıkmamız mümkün gözükmüyor. Çünkü ilmin yerini hamaset, hikmetin yerini cehalet, sorgulamanın yerini mutlak itaat, ehliyet ve liyakatin yerini sadakat, adaletin yerini iltimas aldığı sürece Kerbela’yı tekrar tekrar yaşamamız kaçınılmazdır. Kerbela’nın hatırlattığı en önemli gerçeklerden biri, adaletin yokluğunda hiçbir toplumsal gelişmenin kalıcı olamayacağıdır.

Bu coğrafyada halklarını temsil etmeyen, baskı ve korkuyu iktidarın bir aracı olarak kullanan yöneticiler vardır. Biz bunlara zalim yöneticiler diyebiliriz. Ama şunu unutmamamız gerekiyor; en az zalimlerin varlığı kadar tehlikeli olan bir başka şey ise mazlumun yalnız bırakılmasıdır. Kerbela’yı mümkün kılan şey de, sadece Yezid’in ordusu değil; on binlerce kişinin olan biteni izlemekle yetinmesidir. Bugün Gazze’de çocuklar ölürken, Doğu Türkistan’da insanlar zulüm görürken, açlık, sefalet ve zulüm bu coğrafyanın bir gerçeği olmuşken milyonlarca Müslüman yalnızca izliyor. Sosyal medya paylaşımlarıyla hamaset yüklenen, ebabil kuşu beklemekten öte geçemeyen bir kitleye dönüştük. Bu durum, Kerbela’nın günümüzdeki en dramatik tezahürüdür. Aslında sessiz kalmak, zalimin yanında olmakla eş değerdir.

Kerbela, bize sadece bir tarihi olay anlatmaz; bizi bizimle yüzleştirir. Bu yüzleşmeyi hakkıyla yapamadığımız sürece, Müslüman dünya ne barışa ne huzura ne de gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşabilir.