Kendimizi ABne beğendirmeye mecbur muyuz?

Abone Ol

Avrupa Birliği’nin kapısında içeri alsınlar diye beklemeyi içimize sindirdiğimiz sürece her yıl yeni bir rapor yayınlanacak ve bu raporlarda nasıl göründüğümüz ve nasıl görünmemiz gerektiği dile getirilecektir. Bize düşen de bu raporlar üzerine günlerce yazı yazmak, görüş açıklamak olacak. Bazen AB’nin yüzümüze tuttuğu çarpık aynaya yansıyan görüntümüze kızacağı, raporu hazırlayanlara tepki vereceğiz, bazen de sırtımızı sıvazlayan bir-iki cümleye sarılarak AB’nin bizi beğendiği üzerine nutuklar atacağız. Peki, biz bu duruma niçin rıza gösteriyoruz.

Tüm bunlara kendimizin sebebiyet verdiğini bir türlü anlamak istemiyiz, ne yaparsak yapalım AB’nin Türkiye’yi içine almasının sanıldığı kadar kolay olmadığını niçin bir türlü görmek istemeyiz .

Bu noktada Türkiye’nin Batılılaşma, diğer bir ifadeyle Avrupa’ya benzeme girişimlerinin tarihini 1839’lardan başlatırsak 150 yıl, Cumhuriyet ile birlikte başlatırsak 90 yılı aşkın bir süreden beri devam ettiğini düşündüğümüzde aslında Batıllaşma sevdamızın 1959’dan bu yana gelen süreci söz konusu merakımızın üçüncü halkasını oluşturmaktadır. Meseleye bu açıdan baktığımızda başlangıç itibariyle 150 yıldır kendimizi bir türlü Avrupa’ya beğendiremediğimiz gerçeği ile yüz yüze geliriz. 1839’da başlayan ‘BATILAŞMA HAREKETİ’ Cumhuriyet ile birlikte bir ‘aydın!’ merakı olmaktan çıkıp devlet politikasına dönüşmüştür. Yakın tarihimize birazcık merakı olanların bu Batılılaşma merakının ne boyutlara ulaştığını görmeleri zor değildir. Öylesine bir Avrupa’ya benzemeye çalışmışız ki, bu hususta içimizden birileri toplumun İslam’dan kopartılması gerektiğini bile ileri sürmüş, bu uğurda bizi biz yapan pek çok değerimizden ve uygulamadan vazgeçmişiz. Kendimizi Avrupa’ya beğendirmek için yazımızı onlara benzetmiş toplumu bir gece cahiller yığını haline getirmişiz. Hilafeti ilga etmek, eğitim sistemimizi onlara benzetmek gibi daha pek çok değişim hareketi bile bizi kendilerinden kabul etmelerine yetmemiştir. Sanıyorum bunda toplumumuzun tüm çabalara rağmen dini değerlerinden kopmamakta direnmesi rol oynamıştır. Bu bakımdan gelinen noktada Türkiye’nin AB’ye niçin alınmadığı üzerinde fazlaca kafa yormaya gerek yok. 150 yıldır değişip onlara benzemek için yaptıklarımız yeterli olmadığına göre demek ki Avrupa’nın bizi kendinden saymayışının tek sebebi toplumumuzu dinsizleştirme ya da Hıristiyanlaştırma yönünde istedikleri sonucu alamamış olmalarıdır. Böyle olunca da Türkiye’nin AB’ne alınması mümkün olmayacaktır: Çünkü bu toplum her şeye rağmen dini değerlerine bağlılığını sürdürecektir. Tepeden inmeci değişimleri hazmedememekte, tepedekiler resmi alanda ne yaparlarsa yapsınlar insanımız özel yaşamında kendi değer yargılarına sahip çıkmaktadır. Lafın özü artık bundan sonra olsun şu AB raporları bizi ne üzmeli ne de sevindirmelidir. Çünkü, biz kendimizi onlara beğendirmek mecburiyetinde değiliz. İstiyorlarsa onlar bize benzeyebilirler. Hatta AB tarafından açıklanan raporlarda Türkiye’ye övgüler sıralanması,’gelin sizi aramıza alacağız’ denilmesi bile sevinç sebebi değil, üzüntüye vesile olmalıdır.., Çünkü, böyle bir raporun yayınlanması bizim biz olmaktan çıktığımızın bir ifadesidir. Bu memlekette kendi değer yargılarından yani bizi biz yapan birikimden rahatsız olanlar bulunabilir ama, bu toplumun büyük bir bölümü kendi kimliği ile barışıktır. Kaldı ki kendisini bu topluma yabancı hissedenler varsa, onlar istediklerini seçebilirler ama ille de AB’ne gireceğiz diye her şeyimizi Avrupa’ya benzetmeye çalışmak doğru değildir.

Kendimizi AB raporlarına göre şekillendirecek olursak biz, biz olmaktan çıkacağımız gibi Avrupalı bir toplum da olamayacağız. Kısacası, Batıya benzeme çabaları tam anlamıyla kimliksiz bir toplum oluşturmak anlamına gelir.