İstiridyeden ev isteyen adam;
Tekmesi böğründe kedi.
Kayınvalidesinin maaşını göğsüne sokup yaşlı kadına harçlık vermeyen restoranların müdavimi zalim gelin.
“İt de ayaza çıkar ama yediği tekmeyi bilir”, Hırop Nene’den çocuklarına kalan miras.
Zülfü ağa büyük mahkemeye giderken, ellerinin kanını silecek su bulamıyor.
Aç açına çalıştırıp kurşuna dizdiği sırım gibi üç genç, izlemektedir ağayı.
Beyaz Renault’un sürücüsü ve tetikçisi de düşüncelidir, çocukların babalarını katlederken ki rahatlığı yoktur üzerinde.
Ankara’dan gelip Seyit Rıza’yı aynı arabada idama götürürken Çağlayangil, sohbet bile edebilmiştir de, şimdi dili tutulmuştur.
“Kerbela evladına kıyacaksınız, biliyorum” diyen Seyit’e boş boş bakıp şu işi bitirip vazifeyi ikmal edip dönecektir evine.
İşte yeni bir eve daha dönmüştür.
Hacer anadan torunlarına uzanan yazgı:
Biz bu coğrafyanın küflü ekmeği idik, çöpe atıldık.
Giyilmeyen elbise idik, düğmeleri kesilip verildik.
Eski pabuçtuk ölülerin ardından sokağa konulduk.
Bir mayıs gülü kadar hayata tutunamadık.
Emekli olamamış fizik öğretmeni Fatma Hanım, örtüsünü sallıyor 28 Şubatçıların gözüne.
Yeryüzünün bütün bebekleri mahkemedeydi.
Bütün kuşlar davetliydi.
Hâkim kendi cinslerinden olduğu için iltimas geçmedi ama.
Kelebeklere yer açıldı önce.
En az ömürlüler buyur edildi sofraya.
Öyle ya dünyaya en az zararı onlar vermişti.
Cürüm kabul edilebilir miydi ama zarif mavi kanatları ile bir putun ağzını burnunu kırmışlardı.
Derken ağır ağabeyler incir ve zeytin gözüktüler.
Bir sınanma vardı, aşikârdı; hesap onların kriterlerine uygun, görülecekti.
Güvercin masumluğu, yazıcıydı.
Kelebek ünledi; çirkinler, şişmanlar, fakirler, sakatlar, yaşlılar, yanıma.
Hocaya silikonla şişirilmiş güzeller kaldı, kelebek top top kumaş attı, tepeden şişme mankenlere bir cemile olarak.
Karasinekler üşüştü, hocanın estetikle gençleştirilmiş yüzüne.
10 metre mutfak istedi kadın.
Yüz dönüm toprak dedi adam.
Bir şehrin elinin kınasını solduran, iffetini dağ başına çeken, kafeslerini ardına kadar açan kara suratlı müteahhitler göründü.
Kelebek işte dedi kısa olan hayatımı iyice kısaltan neslimi yok eden katiller.
Çadır gülü, çayır gülü, çardak gülü, jüriden firar etti.
Sarmaşık güle kaldı ara nağme.
Bakma öyle pembe pembe dedi gelincik kızaran yüzü ile.
Beni topla, sar, sakla, dedi rüzgâr; papatyalara.
Biraz da sen ısıtmaktasın haziranı.
Şu yaza yamanan ışığın.
Isın, terin, hararetin, rengin, kokunla hayat güneşisin diye felçli eşinin başında bekleyen.
Üzerinde ördüğüm kazak, eskimiş.
Kurumuş kuyunun suyu, incirin sütü kesilmiş, at nalı ve sarımsak duruyor eski evin kirişlerinde.
Yüzüm kırış kırış olsa da, “hâlâ seni seviyorum” diyen yaşlı kadının alnına uzandı kelebek.