Kayıp nesiller zayi hayatlar

Abone Ol

Fransız Le Monde gazetesinde çıkan “Türkiye Gençliğinin Bir Neslini Kaybetme Riskiyle Karşı Karşıya” adlı makalede enteresan tespitler ye aldı. “Türkiye’de yükseköğretim sistemindeki derin kriz, ülkenin genç kuşağını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor” denilen makalede; Eurostat ve OECD raporlarına göre, 18–24 yaş arası gençlerin üçte birinin ne eğitimde ne işte ne de mesleki eğitimde yer aldığı belirtildi.

Türkiye, yeni mezun istihdamında 33 Avrupa ülkesi arasında son sırada yer aldığına ve üniversite mezunlarının işsizlik oranının, genel işsizlik oranının üzerinde bulunduğuna vurgu yapıldı.

Bu “istatistiksel anormalliğe” gerekçe olarak, eğitimle ekonomi arasındaki yapısal uyumsuzlukların gösterildiği yazıda, hızla genişleyen üniversite sisteminin, mezunların nitelikleriyle iş gücü talepleri arasında büyük bir boşluğa neden olduğu ifade edildi. Çocuk işçiliğinin artışından yüksek öğretimin 3 yıla düşürüleceği iddialarına kadar daha birçok noktaya da değinilmiş bu makalede.

Fransız Le Monde’un yazdıklarını elbette ki her yönüyle doğru olarak kabul etmek veya kayıtsız şartsız bir gerçeklik gibi değerlendirmek olmaz. Hatta söylediklerinin samimiyetine şüpheyle de yaklaşılabilir. Öyle de olmalıdır. Ancak birçok noktadaki tespitlerin doğruluğuna da maalesef karşı çıkmak olası görünmüyor. Geldiğimiz ve içinde bulunduğumuz ve dahi gitmekte olduğumuz noktanın vahametini ne zaman konuşup tartışacağız, onu belirlememiz gerekiyor en başta? Eğitim sahasında gidilen yolun, belli bir plan, program, yol haritası dahilinde mi, yoksa her gelen Bakanın kendi hayal dünyasını realize ettiği bir yapboz tahtası şeklinde mi olduğuna bir karar vermemiz gerekiyor.

İnsanların düşüncelerini eleştirilerini şikayetlerini değil de sadece övgülerini dile getirebildiği bir atmosferde herkesin bilip bizzat deneyimlediği ancak dile getiremediği yalın gerçekleri dışarıdan birileri söyleyince hak verebilir noktada olmamızın bile tartışılması gerekiyor hatta.

Eğitimde nitelik yerine nicelikle övünmenin, bilmemne kadar üniversiteden 200’den fazla üniversiteye ulaşmanın artılarını eksilerini, neden olduklarını enine boyuna düşünüyor muyuz acaba? Öyle olmuyorsa eğer, işsizliği 4 seneliğine erteleyen, işsizler ordusuna birkaç sene daha geç katılan, ne işte ne eğitimde olan, yeni tabirle “ev genci” diye tanımlanan bir “kayıp nesil” olgusuyla yüzleşmemiz gerekecek. Böyle bir olgunun var olup olmadığını değil, gençlerin bu durumdan nasıl kurtarılabileceğini konuşmak gerekiyor.

Kayıp nesiller olgusuna gelince, bu tabiri emekliler, emekli olmayı bekleyenler ve genç nesilleri kapsayan 3-4 kuşak için kullanmak mümkün görünüyor. Ne eğitimde ne işte olan ve ev genci olarak nitelenen insanlar, diploma sahibi olup mecburiyetten kasiyerlik, tezgahtarlık, kuryelik vs işlerle iştigal etmek zorunda kalanlar “kayıp” değil midir zaten? Hayata giriş yapacakları safhada, hiç de akıllarında, hayallerinde olmayan, mecburiyetten, geçici gördükleri işlerle giriş yapmak zorunda kalan ve hayatın gerçekleri neticesi ilgisiz alanlara savrulan insanlar, maalesef ki kaybolup gitmektedirler.

Emekli olup da ikramiyesiyle bir ev belki de bir araba hayali kurup da hiçbir şey edinemeyen, emekli aylığıyla ev bile tutamayacak hale düşen ve çalışmaya mecbur kalan insanlar kayıp nesil sayılmaz mı?

Ekonomi politikası faizciyi ihya eden, fakirden zengine servet transferini önceleyen bir zihniyette oldukça ve genel manada yönetim açısından denetlenebilirlik, hesap verebilirlik ve şeffaflık söz konusu olmadıkça daha çok yıllar ve nesiller kaybedilir mazallah.

Gerek eğitim gerekse de ekonomi politikasında, pragmatik ve seçime odaklı yaklaşımlarla yapılan işler, her iki sahada da yapboza dönen uygulamalar ve milyonlarca mağdur üretti, üretiyor.

Ve gelin görün ki, yanlış gerek eğitim gerek ekonomi politikaları, insanların hayatlarının zayi olmasına neden oluyor.