İçinde yaşadığımız ortam tam bir “kavram kargaşası” ortamı!
Her şey birbirine karışmış ya da karıştırılmış durumda!
Bırakın “çok bilinmedik” kavramları “adımız gibi bildiğimiz” kavramlar konusunda bile tereddüde düşmemek mümkün değil!
Yapılan açıklamalar sonunda “dua” ile “bedduayı” bile ayırt edemez hale gelmedik mi
Şimdi biri kalkar da Allah’tan “bela vermesini” dilerse, bu “dua” mı olur, “beddua” mı olur
Elbette hepiniz “Bu bir beddua olur” diyeceksiniz!
Ama kimileri çıkıp “Bu bir dua” diyorlar!
Ve böylesine güzel bir duaya(!) “âmin” demeyenleri kınıyorlar!
Kendisi için ya da bir başkası için Allah’tan “bela vermesini” dilemenin “dua” değil “beddua” olduğunu bu insanlara nasıl anlatalım
Korkarız ki bu konuda “peşin hükümlü” olanlara bir şey “anlatmak” pek mümkün olmayacak!
Onlar bir taraftan Allah’tan “bela vermesini” isteyip gezecekler ve bunu bir “dua olarak” görmeye devam edecekler!
Ne diyelim
Allah gönüllerine göre versin!
Kavram kargaşası sadece “dua-beddua” meselesi ile sınırlı da değil!
Bir de insanları aptal yerine koyan çok rencide eden bir “sahte fakirlik edebiyatı” söz konusu!
İnsanlar her ne hikmetse kendilerini “yok-yoksul” göstermekten büyük bir zevk alıyor gibiler!
“Bir dikili ağacımız bile yok” lafı en meşhur laflardan biri!
Bir taraftan “Bir dikili ağaçları” olmadığını söyleyip geziyor bir taraftan da sağa sola “binlerce dolarlık bağışlarda” bulunduklarını ilan ediyorlar!
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!
“Dikili ağaçları” bile yoksa bu “binlerce dolarlık bağışlar” nasıl yapılıyor
Yoksa “gökten zembille” geliyor, onlar da “hayır hasenat olsun” diye “gökten zembille inen” bu paraları mı dağıtıyorlar
Biz kendilerine bu lafın inandırıcı olmadığını anlatmakta zorlanırken bir de baktık ki laf dönüp dolaşıp “ceket” meselesine gelmiş!
“İki ceketi olmadı” edebiyatı alıp başını gitmiş!
Devir eskisi gibi olsa, ne söylersen söyle!
Ama bu devirde çok dikkatli olmak gerek!
“İki ceketi olmadı” derken renk renk ceketlerinin fotoğrafları medyada yer alınca bu zat-ı muhteremler ne düşünüyorlar acaba
“Fena yakalandık” mı diyorlar yoksa bu haberleri “görmezden ya da duymazdan” gelmeyi mi tercih ediyorlar
Sanırız “görmezden ya da duymazdan” gelmek işlerine daha çok geliyor olmalı!
“Biz diyeceğimizi deriz, yerlerse ne âlâ” mı diyorlar acaba