Suriye ve Mısır da yaşananlar Batı nın sahtekârlığını
açıkça gözler önüne sermiş bulunuyor. Batı olarak adlandırılan cephenin İslam
düşmanı bir Hıristiyan ittifakı olduğu gerçeği uzun yıllardan beri
görmeyen/görmek istemeyenlere gösterilmeye çalışıldı. Aslında bu gerçeği
görmeye tek başına Küfür tek millettir hükmü yeterli olmakla birlikte İslam dünyasındaki
Gâvur âşıkları görmemek için hep direndiler. Bu görmeyişin sebebi Batı
aşkının gözlerini kör etmesi midir yoksa çıkarları mı onları böyle davranmaya
itmiştir çok da önemli değildir. Netice itibariyle bu Batı âşıkları
zalimlerle kol kola yürümeyi, kendi ülkelerini de bu zalimlerin zalimliklerine
hizmet eder hale getirmeyi marifet bilmişlerdir. Bu durum genellikle Batı yı
gelişmenin, demokrasinin ya da özgürlüklerin beşiği olduğu yalanına körü körüne
inanmış olmaktan kaynaklanmıştır. Bu ise kültür emperyalizminin özellikle İslam
dünyasındaki etkisinin bir sonucudur. Bazı İslam ülkelerinde kültür
emperyalizmince uydurulmuş demokrasi putuna tapıcılık da Haçlı sürülerine
teslim olma sonucu getirmiştir.
Bu genel tespitin ardından konuyu özelde ülkemiz
açısından değerlendirmekte yarar var.
Ülkemiz aydınları Batı nın değer yargılarının öylesine
etkisi altında kalmışlardır ki, bunun sonucu ideal olarak ülkemiz insanına
Batı, bir diğer ifadesiyle Avrupa örnek gösterilmiştir. Ne yapıp edip ülkemizin
Batı ile bütünleşmesi tek kurtuluş yolu gibi takdim edilmiştir. Böyle olunca da
ilk yapılması gerekenin kendi değer yargılarımızı bir kenara itmek gerektiği
iddia edilmiştir. Kısacası İslam kimliğimizden rahatsız olan insanımızı bu
kimliğinden soyutlamak için her yola başvurulmuş, darbelere ve darbecilere
destek verilmiştir. Başarı için de çeşitli alanlarda bir takım sahte
kahramanlar icat etmişlerdir. Hiçbir değer ifade etmeyen bir takım tipler
topluma alanlarının üstadı olarak sunulmuştur. Bu batılılaşma hareketi giderek
Batı nın azat kabul etmez köleliğine dönüşmüştür.
Bunun içindir ki, Amerikancı olmak insanımıza kurtuluş
simidi olarak, ileri milletler(!) seviyesine yükselebilmenin başta gelen şartı
Avrupa Birliği ne her ne pahasına olursa olsun girmek gösterilmiştir. Batı nın
sahtekârlığı ve ikiyüzlülüğü bir meziyet olarak görülür olmuştur. Kısacası
Batı nın İslam düşmanlığının üzeri bir takım gâvur âşıkları tarafından
örtülmeye çalışılmıştır. Bu gerçeği gören ve topluma göstermeye çalışanların
sesi ise çeşitli yollarla kısılmış, millete duyurulmamıştır.
Böyle olmasaydı Suriye ve Mısır da yaşananlara rağmen
hâlâ ülkemizi AB ye sokmanın mücadelesi verilir miydi Söz gelimi özellikle
Suriye ve Mısır da yaşananlara karşı tavır sergileyen mevcut iktidarın AB nin
ortaya çıkmış sahtekârlığı ve ikiyüzlülüğü karşısında AB konusunda yeni bir
tavır belirlemesi beklenmez miydi
Bir yandan Mısır daki darbecilere kesin tavır koyacak,
Mısır da yaşananların darbe olmadığına kendisini ikna etmeye gelen Arap lobisi
mensuplarına demokrasi dersi vereceksiniz, öbür yandan Mısır daki darbeye karşı
ilgisiz kalan, darbeye bir türlü darbe diyemeyen bununla da kalmayıp
darbecilerin hapse attığı Mursi ye elçi göndererek Darbecilerle barış,
direnişi sona erdir özgür kal diyebilecek ölçüde kendi değer yargıları ile
ters düşebilen bir AB ile müzakere için yeni fasıllar açılmasını sağlamak adına
çaba sarf etmenin anlamı olabilir mi Yani AB darbecilerin yanında saf tutmayı
demokrasiye aykırı bulmaz ve darbeciler adına Mursi ile pazarlık yapmakta
mahzur görmezken hâlâ Türkiye nin kendisini AB ye mecbur hissetmesinin sebebini
birileri izah etmelidir. Nedir bizim AB ye mecburiyetimizin sebebi Yediğimiz
bunca kazık ve aldatma hâlâ yetmedi mi Katillerle ve katillere çıkarları
uğruna destek verenlerle yoldaşlık etmenin katillere destek anlamına geldiğini
ne zaman anlayacağız