Kıyas kabil bile olunamaz Kur an Kursundaki huzur ile Küçüksu Kasrı ndaki kasvet arasında. Fakat bana gelen konuklar, gezmek istediklerinde evime en yakın eski eserleri göstererek, yorgunluktan kaçma gibi bir yol buluyorum. İstanbul un uzak noktalarına gitmektense, yakınlardaki sanat eserleri ile iktifa ediyorum.
Ne ki bir sanat eserini, ne kadar seyrederseniz seyredin, her seferinde başka bir halet-i ruhiye çerçevesinden izlersiniz. O andaki neş eniz, hüznünüz, sıkıntınız da karıştığından farklı yaşlarınız, sosyal durumunuz; bir çırpıda belirleyici rol oynamaya başlamıştır bile.
Konuklarıma dün, Küçüksu Kasrını gezdirirken, bu deniz kenarındaki sahil sarayı, iyice işkenceye dönüşüyor. Sultan Abdülmecid in 1857 de Mimar Nikoğos Balyan a yaptırdığı Kasır, Batı zevkinin baştacı edildiği somut bir örnek olarak da duyarlı yüreklere yeterince acı vermekte. Barak, rokoko ve ampir üslûplu kasır, batıdaki sarayları görenler için, hiç yabancı gelmeyecek bir aşinalık vermektedir zira. Zarif çeşmesi ve dört yöndeki kapısı, demir parmaklıkları bir an için durumu kurtarsa da; ağır barok merdivenlerine ayak basar basmaz ruhunuzu saran kasveti hissedersiniz.
Bodrum ile birlikte üç katlı olan kasır; bir orta sofa ve bu sofaya açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir. Isıtma düzeni deniz tarafındaki odalarda çift, kara tarafındaki odalarda tek olarak yerleştirilen şöminelerle sağlanmıştır. Bu mermer şöminelerin İtalya dan, avizelerin Çekoslovakya dan getirilmesi, mermer ve cam işçiliğinde rüşdünü ispatlamış Osmanlı ya; son dönem padişahlarının batı hayranlığını getirdikleri açık bir bilanço olarak durmaktadır.
Dinlenme ve av amaçlı olarak inşa edilen kasrın tavan ve taban süslemeleri eşsizdir. Sıkıntı veren altın varakalı süslemelerden ziyade, İstanbul manzaraları ile resimlendirilmiş sofanın tavanı ve her odada farklı desenlerle dizayn edilmiş ahşap parke, dönemin yüksek sanat karakterini aksettirmektedir. Bir kıssahan" gibi benden hikâyeler bekleyen konuklarıma, malzemeyi tanıtıyorum sadece. Belki avizeler Bohemya kristal ama koltukların döşeme kumaşları ve perdeler; has ipek dokuma ve gururumuz olan Hereke den. TBMM Millî SaraylarDaire Başkanlığı na bağlı olan Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası ile Yıldız Porselen Fabrikası; çok şükür ayakta. Bari onlar, bir eski zaman esiri gibi, yabancılara satıştan kurtarabilseler yakalarını.
Bu İtalyan-Fransız mimari karışımı, Balyan ailesinin klasiği olan kasır içinde çok önemli eşyalar bulunmakta. İran şahının hediyesi kaplanlı halı ve orijinal Hereke el dokuma halılar. Sultan Abdülaziz in üzerinde bilek güreşi yaptığı Ceylan derisi kaplı masa. Av silahlarının durduğu dolap. En önemli eser ise, sultan II. Abdülhamid in kendi elleri ile yaptığı masa idi. Marangoz olan padişahın el oyması, geçme tekniği ile çivisiz yaptığı ahşap masaya paha biçilemiyor, bu yüzden sigorta şirketleri bu masayı sigorta etmeye yanaşmıyor. Babası Abdülmecid in Tuğrasını da nakışlayan Abdülhamid, masanın ayaklarına dantel gibi desen koyarak ahşaba bir sanat şahikası formu kazandırmış. Abanoz ağacından, gül ağacı ve sedef kakma şamdan ayakları da dikkat çeken eşyalardan. 1910 lara, Sultan Reşad dönemine kadar, Kasırda elektrik yoktur, ışıklandırma şamdanlarla sağlanır. Büyük aynalarda aydınlatmaya yardımcı idiler.
Dolmabahçe Sarayı nı da yapan Balyan ailesinin, Ilhamur Kasrı nda da uyguladığı ağır rokoko süslemeler, insan ruhuna büyük sıkıntı vermekte. Eski Türk evlerinin karakteristiğinin unutulduğu son dönem kasır ve köşkleri, batılı zevk ve estetiğin dayatıldığı ayrı bir elem konusu. Belki de Türkiye halkının derin tevekkülü, dünyanın geçiciliği duygusundan olsa gerek, kasır yalnızlığa terkedilmiş gibi. İn cin top oynuyor, kimseler yok. Tur operatörleri de, buraya kadar gelmeye zahmet etmiyorlar, Balyan Klasiği Dolmabahçe ile iktifa edip, Beylerbeyi Sarayı nı görüp, dönüyorlar. Bu yüzden kasrın yalnızlığındaki kasvet iyice büyüyor. Çözüm olarak karşı sahilden başlatılan Saltanat kayıkları ile gezinti bulunmuş. Ki saltanat kayıkları da, sanattan biraz anlayan insanı iyice kahreden bir pespayelikte. Ucuz plastik materyal ve sarı teneke ile giydirilmiş. Kayıklarla Küçüksu ya gelmek, az estetik kaygısı olan kişiyi bile, azap içinde bırakmakta.
İmparatorluk dağılıp, Cumhuriyet kurulunca, kasrın sahipleri de el değiştirir, padişahların yerini Cumhurbaşkanları alır. Küçüksu Kasrı da Cumhurbaşkanlığı köşkü olur. Mustafa Kemal burada kalır, onun için bir yatak odası takımı yerleştirilir. Kasrın sefasını sürenler arasında Celâl Bayar da vardır. Önceki günkü "Kulis" köşesinde, Ahmet Gürkan ın, "İsmet Paşa nın Beytülmali" isimli kitabından alıntılanan bölüm ilginçti: "İ. İnönü nün Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde, oğlu Ömer İnönü nün, köşkü kullanıp, yattığı bir oda için Sarayın bütün kaloriferlerini yaktırdığını, sarayda kadınlı, kızlı gece alemleri düzenlendiğini..." Araştırmacılar bu kasırlarda yaşananları gün yüzüne çıkarsalar, çok iyi olacak.
Küçüksu Kasrı, ancak yakın zamanda, 1983 de müzeye çevrilir. 1994 de restore edilip, denize koyması durdurulur. Halkın ziyaretine açılıp çeşme meydanı özelleştirilerek, zengin düğünlere ev sahipliği ile görevlendirilir. Ne ki önceki günkü Kur ân kursunda, âmâ öğrenciler arasında bulduğum huzuru, bu kasırda bulamıyorum. Ruhumu basan kasvet ile kaçar gibi uzaklaşıyorum; bu adaletsizliğe, batı öykünmeciliğine prim vermiş kasırdan.