Karşı Olmak Yetmez

Abone Ol

Batı’nın, bir başka ifadeyle Avrupa’nın kendi içinde kimliğini oluşturma sürecinin çıkış noktası aldığı Hümanizm ve Rönesans hareketleri, “bilgi”yi yeniden tanımlamak çabası, bilimlerin felsefeden ayrılarak bağımsızlık kazanmalarının önünü açmıştır. “Bilgi”, iddiasına rağmen tutarlı bir sistem kurmada yetersiz kalan Fr. Bacon’ın isabetli tanımıyla artık “kuvvettir”. Doğanın sırlarının ve yasalarının keşfi, ona hâkim olmak yanında yarar da sağlayacaktır. Bu, son çözümlemede bilginin ve bilimlerin teknolojiye dönüştürülmesi, dolayısıyla üretimin, ticaretin, kârın, refahın ve zenginliğin yeni anlamlar kazanması demektir. Dünya ölçeğinde ise, kolonizasyon, onun bir başka uygulaması olan emperyalizmin vazgeçilmez bir politika şeklinde kabullenilmesidir. Yaklaşık XVI, belirgin olarak XVII. yüzyıllarda, başta Fransa, daha sonra İngiltere olmak üzere, bu emperyalist politika, özel olarak Osmanlı İmparatorluğu’na nüfuz edecektir. Hem devlet, hem genel olarak yönetim ve yöneticiler bu emperyalist politikanın farkına varmada yetersiz kalacaklardır. Ne yazık ki, tarih okumalarında bilgi ve bilimsel olguları yeterince dikkate almadığımız gibi, iktisadi olguyu ve ayrılmaz boyutu olan emperyalizmi de hafife alma tutumu içinde olagelmişiz.

Herhangi bir şeye karşı olmak, bilgi, bilinç ve kendi varlığı ve gücünü sorgulamaya ve denetlemeye dayanmıyorsa, giderek bunların anlamını, işlevini ve önemini de yozlaştırıp çürütür. Bir gözlem olarak, Müslüman toplumlar, özel olarak Türkiye’de öncelikle aydın kesim “karşı olma” tavrını, nedenleri, yöntemleri ve sonuçlarıyla bütünlük içinde ortaya koymada istenilen düzeyi gerçekleştirmiş görünmüyor, denebilir.

Cumhuriyet dönemi göz önüne alınarak, somut örnekler üzerinde irdelemede bulunmak istendiğinde, bu durumun ağırlıklı bir sorun şeklinde ele alındığını söylemek pek mümkün görünmüyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarının kendine özgü şart ve ortamı, kuşkusuz ayrıntılı incelemelere ihtiyaç duymakla birlikte, dikkatle tartışmaların yapılmasına açık durmaktadır. Ancak, iktisadi politikalar bağlamında, toplumun ihtiyaç ve imkânlarının kendi ölçeğinde harekete geçirilmek istendiği, dolayısıyla toplum ve devletin varlığının sağlanmasında emperyalist politikalar karşısında bağımsızlığın öncelendiği gözlemlenebilir.

Toplumun ve devletin bağımsızlığının sağlanması, korunması, güçlendirilmesi ve geliştirilmesi yönünde, üzerinde yeterince durulmamış bir atılım olarak rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın kısaca “sanayi hamlesi” şeklinde tanımladığı ve siyasi mücadelesinin omurgasına yerleştirdiği girişimi, bugünkü ortam bakımından, yeniden vurgulamak gerekiyor. Burada tarihi süreçte karşı karşıya olunan ve özellikle Batı’nın temsil ettiği emperyalizme karşı var olmak, ancak bağımsızlık ile mümkündür. Bağımsız olmak ise, bilgi ve bilim ile teknolojik alanda varlık göstermeyi gerektirmektedir. Dolayısıyla sanayi alanında üretim yapabilmek, üretimini çeşitlendirerek geliştirmek ve ihtiyaç duyulan pazarlar sağlamaktır. Erbakan’ın sanayi hamlesinde bu yaklaşım söz konusuydu. “Makine yapan makine” hedefi yanında Süt Endüstrisi Kurumu oluşturulması bu yaklaşımın birer tezahürleri olarak değerlendirilebilir.

Ayrıca Batı emperyalizmine set çekmek hedefine yönelik olarak D-8 projesi, İslam ülkelerinin imkan, yetenek, bilgi ve güçlerinin birleşik bir bütün oluşturacak şekilde gerçekleştirilmesi çabasıydı. Sadece soyut düzeyde bir birlik düşüncesiyle yetinmeyerek, Müslüman toplumların, coğrafyaların, yönetimlerin birbirine somut yararlarla bağlanması, iktisadi yönden bağımsız duruma gelmesi düşüncesini ortaya koymaydı. Ancak, hem Batı, hem ABD, hem de ülke içindeki emperyalist politikalara bağlı olanlarca söz konusu projenin doğuracağı sonuçlar görüldüğü için yeni bir plan oluşturuldu. Milli Görüş hareketi içten bir parçalanmaya tabi tutuldu. Ne var ki, yaşanılan olaylar, yoksunluklar, meşakkatler, gerilemeler, yoksullaşmalar, iktisadi çöküntüler, Erbakan ve görüşlerinin önemine daha açık bir şekilde işaret etmektedir.