Karınca ile araba

Abone Ol

Küçükken bir arabamız yoktu. Bir arabaya binebilmek büyük bir lütuftu. Hatta öyle ki, arabamız olacağına bile inanamazdık. Arabasızlığa alışmıştık. Araba sahibi olmak olsa olsa bir rüya olabilirdi bizim için.

Gelin görün ki, araba sahibi olmamak insanı gideceği yoldan, varacağı menzilden alıkoymazmış, onu öğrendik. Arabamız yok diye gitmemezlik etmedik, arabamız olmadığı için seferden geri durmadık. Araba olmuş olmamış, bir yerden sonra çok da fark etmez olmuştu.

Zamanla Allah nasip etti, arabamız da oldu. Hayal gibi gelenin gerçek olması, bir süre sonra sıradanlaşmasıyla sonuçlanırmış hep. Öyle oldu. İnsan gideceği yolu bir kere seçince arabanın olup olmaması bir yerden sonra küçük bir detaya iniyormuş meğer. Araba olunca belki daha fazla gidip gelir olduk ama gideceğimiz yolu da sırf “araba var” diye değiştirmedik. Asıl büyük nimet, insanın “gidebileceği bir yol”a, varmak isteyeceği bir menzil”e revan olmasıymış meğer…

Ne de güzel bir meseldir Kabe yoluna düşen karıncanınki… Mazlum bir karıncacık, bir gün kafaya koyup Kabe’ye gideceğim diye yola düşüyor. Eleştirenler, kınayanlar eksik olmuyor, “etin ne budun ne, daha bu şehirden çıkamadan helak olup gidersin”ler havada uçuşuyor. O da diyor ki; “Varamazsam da yolunda ölürüm en azından…” Karınca, arabam yok diye hayıflanmıyor, istikametine bakıyor…

Neticede araba bir araçtır, nereye gideceğini bilemezse insan araba olmuş olmamış ne fark edebilir? Ve yine araba bir metadır, maldır, bir kenara koyun ve bir süre kullanmayın en alası bile çürür gider. Arabayı değerli kılan kullanan insandır. Arabaya atfedilen önem insana atfedilmiyorsa, o zaman o arabanın kendi iradesiyle gidebileceğine inanmak da normaldir.

Türkiye ’de bugün 10 küsur milyon araba vardır. İnsanların elleri biraz bollaşınca akıllarına ilk gelen şeylerin başındadır araba sahibi olmak. “Ayağımızı yerden kessin”cilerden “en lüksü olsun” diyenlere kadar herkesi ister bir arabam olsun diye. Ama araba, büyükşehirlerin bir kabusudur, karabasanıdır. Araba hem bir nimet hem de en büyük zahmetin, trafiğin sebebidir gündelik yaşamda. Kilitlenmiş, bir milim oynamayan bir trafikte en ala, en lüks arabaya binmek tercih sebebi olabilir mi? Gideceğiniz yolunuz olmadıktan sonra araba ne işe yarayacaktır?

İnsanları üzmeyelim. Araba isteyene araba, bina isteyene bina verelim. Dünya malının dünyada kalacağını, yalnızca amellerin bizimle birlikte gideceğini öğrenmek için gereklidir belki de bu. İnsan zaten doyumsuzdur, şayet dünya malına bir kez tamah etmeye başlarsa bir de daha da doymaz olacaktır. Araba isteyene araba verin ama gideceği yolu da veremezsiniz ya!

Arabaya bir kere bindiniz iki kere bindiniz beş kere bindiniz diyelim. En lüks arabaya on kere binseniz, on birincide artık durum sıradanlaşır. O araba sizi bir yere götürecekse kıymetlidir. Bina dediğiniz de, en nihayetinde kullanım ömrü olan bir betonarme yapıdır. Ömrü tamamlanınca kıymet ifade etmeyecektir. Ona anlam katan içindeki insanlardır.

Karınca, bin yıl geçse de hatırlanır. Onun hatırlanmasının nedeni arabaya binip gitmesi değil, kendi imkanınca bir yola revan olabilmesidir. Karınca, çalışkandır, vefalıdır, sitem etmez, şikayet etmez, elinden geleni yapıp neticeyi haktan bekler.

Araba peşinde koşmak gelip geçici hülya iken, karınca olabilmek bir istikamettir. Karınca olmaya bakalım…