Kara saplı hançerin sorumlusu

Abone Ol

Meşhur hikâyedir… Yeni seçilen başbakan ile seçimi kaybeden başbakan, devir teslim esnasında, eski başbakan yenisine üç zarf uzatmış: “Başın biraz sıkışınca birinci zarfı, daha da sıkışınca ikinci zarfı, işin içinden çıkamaz hale gelince de üçüncü zarfı açarsın!”

Yeni başbakan, heyecanla ve şevkle görevine başlamış, ilk günler iyi gitmiş ama giderek sıkıntı başlamış, ne yapayım, ne edeyim diye düşünürken aklına zarflar gelmiş, birincisini açmış: “Senden öncekileri kötüle”… İşler daha da kötülemiş ve ikinci zarfı açmış; “Etrafındakileri kötüle”… Artık çarklar dönmez olunca son zarfı açmış, “Sen de üç zarf hazırla”… Devletin ve yerel yönetimlerin dümeninde olanların zihniyetini yansıtması açısından karşımıza çıkan bu şekilde yüzlerce örnek vardır. Bir işi beceremez duruma geldiyseniz, eğer üzerinize kalma ihtimali sürekli yüksek trendde seyrediyorsa, anında bu işin başlangıç noktasında olanları kötüleyeceksiniz. Yani, “Benimle ilgisi yok, benden öncekilerin suçu günahıdır” diye aradan sıyrılmaya çalışacaksınız. Geçtiğimiz günlerde Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın’ın bir gazeteye verdiği röportajda, İstanbul’un siluetine bir hançer gibi saplanan gökdelenlerle ilgili söyledikleri de aklımıza bunları getirdi. Murat Aydın, lafı dönüp dolaştırıyor ve diyor ki, “Bu kulelerin müsebbibi dönemin Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dır. Günay, Zeytinburnu sahilini yüksekliği serbest olarak planlamıştı. Biz sadece ruhsat veriyoruz. Ruhsat vermezsek kanunsuzluk yaparız. Bu görüntüden benim de içim acıyor”… Diyor ki, Günay planladı, bizim bozma durumumuz yok… Biz de ruhsatları ne getireceğine, ne götüreceğine bakmadan peynir ekmek gibi dağıttık…

Aferin(!) … İyi yaptınız… Bir şehrin tarihsel güzelliğini ve siluetini bozarak, övündüğünüz belediyeciliğin tarihine kara ve koca harflerle yazıldınız.

Dünyanın her köşesine gittiğinizde, özellikle yüzyıllar boyunca bir tarihsel kimlik edinmiş, tarihe mal olmuş şehirlerin kendilerine has özelliklerinin, güzelliklerinin, farklılıklarının ve bir bakışta, “Bu tablo şu şehri yansıtmaktadır” diyeceğiniz siluetleri vardır. Bu şehrin yüzyıllar boyunca yönetiminde bulunan idarecileri, hiçbir zaman içinde yaşadıkları güzellikleri ortadan kaldıracak, şehirlerinin kimliğini ve siluetini bozacak hiçbir girişimde bulunmamışlardır. Bu bir mirastır… Sadece atalarımızdan bize bırakılan değil, hiç bozmadan yarınlarımıza ve çocuklarımıza aktarmak yükümlülüğünde olduğumuz bir miras. Yapılan tüm imar planları, şehrin ana çeperlerine zarar vermeyecek şekilde düzenlenir, toparlanır ve şehrin doğal güzelliğine el uzatacak her girişim, bu işin sorumlularına hatırlatılarak hatadan dönülmesi sağlanır. Şehrin imar planlarını yönetmek, sadece genel idarenin ya da sadece yerel idarenin sorumluluğuna bırakılamaz. Çünkü bu şehirde yaşayan herkesin, bu şehrin güzelliklerini paylaşmak, sahiplenmek ve tarihsel bir sorumluluğa ortak olmak misyonu vardır. Kısaca, “Biz yaptık oldu” sloganik bir emri vakiyle hiç kimse üzerine düşen sorumluluktan ve hakkaniyet boyutundan kaçamaz.  “Günay, yüksekliği serbest bırakmıştı. Biz de ruhsatları verdik”… Bu yaklaşım, kanuni olarak bir şey ifade edebilir. Ama “Şehri sevmek, şehri güzel yönetmek, şehre sahip çıkmak, şehrin siluetini doğru okuyup, yapılacak olan binaların da ortaya çıkaracağı rezillikleri görebilmek” sorumluluğundan sizi kurtarmaz.

Size sorulacak soru şu: Sizin, ruhsat büronuzda onlarca kat yüksekliğindeki bu binaların İstanbul’un bağrına bir hançer gibi sokulabileceğini öngörebilecek kapasitede bir şehir plancısı, mimar, mühendis yok muydu

Sizin içiniz acıyorsa, bizim de içimiz acıyor!

İstanbul’un yüzyıllar boyunca bir gergef gibi işlenen tarihsel siluetine ve ecdadın bıraktığı güzelliğe hançeri soktuktan sonra neye yarar peki