Kara mı, karalayan mı?

Abone Ol

Bir TV kanalında (Habertürk, Fatih Altaylı programı) Beyaz Türklerin beyaz hocası, (Devrimlerin son model savunucusu, ülkesinin insanını her halükarda suçlayıcısı, kendi gibi düşünmeyenlerin yaşatılmasına şaşırıp durucusu..) ama sadece soyadıyla beyaz hocası, şöyle diyordu:- Benim babam hiç gülmedi!

Aynen böyle derken Zekeriye bey, anlattığının çocukluk yılları olduğu kanaati herkeste yaygın.

Beyaz’a haksızlık etmemek için, (tevatür kanaat, beyaz aydınlık demektir.) yani beyazı ona soyadı veren devletin bu yanlışlığını biz sürdürmeyelim için, bey sıfatını ekleyerek, Zekeriya adını kullanacağımızı ilan ederken diyoruz ki:

- Zekeriya bey’in babası kalb gözü açık bir insanmış. İleriyi görmüş, uzağı görmüş, bizim yaşadığımız bu günleri görmüş…

Nerden mi biliyoruz Bir çocuk söyledi.

O akşam benimle birlikte televizyonda o kanalı seyreden herkesi aydınlatan, böyle olduğuna inandıran, misafirimizin henüz ilkokul çağındaki çocuğu idi.

- Benim babam hiç gülmedi!

Bir, sebep arayadursun insanlar, Zekeriya beyin babasının niçin gülmediğine dair; işte o an, işte o çocuk yaptı kafalarda şimşekler çaktıran açıklamayı.

- Senin gibi bir çocuğu olduğundandır. Seni her gördüğünde bana gülmek haram gayri, demiş olmalı.

O misafir çocuğunun bu izahatına en çok kim güldü, biliyor musunuz O çocuğun babası… Demekki dedim içimden, bazı çocuklar da babalarını çok güldürüyorlar.

Gözyaşlarımızı sildik, sakinleşmeye çalışıyoruz. Çok rahat herkes. Zekeriya bey’in idamımızı isteyen iddianamesini kim takar gayri. Lakin o üfürmek ile fırtına estireceğini sanıyor.

- Ben hiç oynamadım. Ellerimi kaldırıp oynamadım.

(Ama otellerde filmler seyretti.)

Yetmiş milyonluk Türkiye’de kimi ne kadar ilgilendirir, Zekeriya bey’in oynayıp oynamaması. Yahut düğünlerde halay başı olması.. Bir merak edilecek konu o mu kaldı

Oynama eksikliği sendromu ile kıvranadursun Zekeriya bey, bütün gözler ister istemez o misafir çocuğun üstünde; acaba ne diyecek Çok bekletmedi, laf hazırmış ağzında.

- Oynatmış bu!

(Nerde oynatmış, nasıl oynatmış sorularına ihtiyaç duymak hatadır, yazıktır, abesle iştigaldir.)

Ben oynamadım diyenin, oynatmış olduğunu anında tesbit eden bir gençliğimizin varlığını biliyorsak eğer, o Rizeli kadının duası gibi bir dua da bize etmek düşer.

O Rieli kadının duası nasıl mı idi Siz yoksa dinlemediniz mi o kadınlara ana diyen ve onları en iyi anlayan, en iyi anlatan bu gazetenin emektarlarından ve bu fakirin de arkadaşı İbrahim Balcı’yı.

Bir de ben anlatayım onun ağzından.

Rize dağlarının yaylalarında kadınlar çok yukarlardan getirmekteler içecekleri ve kullanacakları suyu. Çıkarken kovalar boş, ama tırmanma zor. Dolu kovalarla dönmek de zor, inmek kolay gibi görünse de…

İşte burada devreye girer o yaylaların çocuğu Osman. Pınarın ağzına dayadığı ağaç oluklarla taşır suyu, aşağıdaki yayla evlerinin önüne. Kadınlarda bir sevinç, bir sevinç, bilen bilir. En çok sevinen de Osman’ın halasıdır. Herkesten çok su kullanan (dı) o, denmeyeceğine göre, bir sebebi olmalı. Anasına bir dua vaktine ermesinden daha iyi bir sebep olabilir mi

Çocuğun adı Osman. Halasının anası onun ninesi olduğuna göre… İyi ama yıllar önce rahmetli olmuş nine, oluklarla gelen suyun neresinde Duasındadır. Siz hele bir dinleyin Osman’ın halasını.

- Uy anacağım, rahmet olsun sana. Nur içinde yat orada. Sen iyiki doğurdun Hasan’ı; o da doğurttu Osman’ı; biz de kurtulduk su derdinden.. Rahmet olsun sana anacağım!

Anlaşılan şudur: Bir kadın helal süt emzirdiği Hasan’ına, helal gömlekler giydirirse, ondan doğan Osman’lar da giderir milletin yıllardır/on yıllardır süren susuzluğunu..

Bir dua da bizim edeceğimizi söylemiştik, bu İbrahim Balcı yaşanmışını anlatmadan önce. Kime mi dua edeceğiz Kendine baksın herkes. Gömleğini gören, bilir kime dua edeceğini.

Haydi buyurun!

Otomobil uçar, gider

Başbakan R.Tayyip Erdoğan ne zaman işadamlarıyla, sanayicilerle bir araya gelse, gazetelerin yazacağı mevzuu hazır: Yerli otomobil için strat veriliyor!

“Baban attaya gitti” denen çocuğun beklemesi biter de, bitmez bu yerli otomobil üretimine start verilme işleri.

Okuyucunun aklına gelip de nerde hani diye soracağını tahmin ettiklerinde ise gazetecilerimiz, yazmaya hemen başlarlar, Devletlilerle birlikte oldukları gezi uçaklarından iniverdikleri saatlerde.

“Çıktı, çıktı bir babayiğit çıktı!”

İsmi olmayan babayiğit’lerin şahidi de ya Ekonomi Bakanıdır, ya Sanayi Bakanı’dır, ya da kredi dağıtmaktan sorumlu biridir. Biz bu günleri böyle yaşarken, geçmişte atalarımızın yaşadıkları farklı mıdır Ki çoğuna biz de tanık olduk, yaşımız icabı okuduğumuz gazetelerin yazdıklarından.

Cafer Zorlu çizmişti, bir kütüphane çapındaki bu karikatürü. 48 yıl öncesinin Türkiye’sinde çizmişti.

Seçim meydanlarında “Bu ülkede herkes göğsünü gere gere Müslümanım deme hakkına sahiptir/diyecektir/diyebilmelidir.” Nutuklarıyla iktidara gelen Demirel’in vereceği müjde elbette vaatleriyle ilgili olmayacaktı. Dört silindirli otomobil yapalım da ekonomimiz bir düzelsin hele.. Zaten ülkede işsizlik diz boyu. Müslümanlık öteki seçime kalabilir.

Rahmet okumak gerek, gazetemizin de karikatüristliğini yapan Cafer Zorlu’ya. Ne güzel anlatmıştı o günleri ve o günlerin politikacılarını.

Değişen ne

AP yok, AKP var.

Demirel yok, Erdoğan var.

Müjdesi verilen otomobiller hala yok.

Acaba iki silindirli yapsak da masrafı azaltsak, diye mi düşünüyor babayiğitler

Önemli değil onların ne düşündüğü/düşüneceği önemli değil. Önemli olanı bu ülkenin insanları rahmetli Erbakan Hoca’dan öğrendi. Öğrendiklerimizi tekrar etme vaktidir şimdi.

4 Ocak Cuma günü gazetemizde yayınlanan Mustafa Yılmaz’ın “Bu brifingi ilk kez okuyacaksınız!” yazısını bulun ve bir daha okuyun. Dört silindirli otomobil yapmanın hiçbir zaman ne Demirel’e, ne de onun yolunda ilerleyenlere dert olmadığını anlayın ve anlatın.

Gerçi yeterdi Cafer Zorlu’nun bu karikatürü ama, biz de yazdık..

Houston dağlarında nem kaldı

Yavuz Donat “İnsan malzemesi’nde T.Özal’ı yazıyor, (Sabah – 2 Ocak Çarşamba) o günlerdeki iyi Özalcılardan A.Kadir Aksu’nun ağzından.

“- T.Özal başbakandı. Ameraki’ya gitti.. Houston’a.. Ameliyata.. Herkes oradaydı.. İş alemi… Gelen gelene. Hastanenin koridorları Türkiye’den gelen ziyaretçilerle doluydu.”

Sadece hastane koridorları mı Houston şehrinin, hatta Teksas eyaletinin de Türklerden yani ANAP’lılardan geçilmediğini hatırlatmanın şimdi ne mahzuru var sayın Aksu

“Aradan zaman geçti.”

Bu geçen zaman T.Özal’ın Türkiye’de iyice tanındığı ve ne olup olmadığının anlaşıldığı yıllardır.

T.Özal yine Houston’a gitti.. İkinci ameliyata.. Ama bu defa Cumhurbaşkanı’ydı..

Hasta katları bomboştu.. Saysan 5 kişi ya çıkar, ya çıkmaz..”

Millet akıllandı, aklı başına geldi mi desek bu duruma.

Ya da sınıf sınıf/grup grup düşünelim gelmeyenleri ve sebeplerini…

Birinci grup alınganlar ve alınanlardır. T.Özal’ın “Cahiliye devri artıkları” diye suçlaması yaralarını kanattığından ve kendilerinin de bir tedaviye ihtiyaçları olduğundan gitmemişlerdir. T.Özal’ın onları kaçıncı sınıf saydığını varın siz düşünün. Bir diğer grup ise rantiye sınıfıdırki, T.Özal’ın olmazsa olmazlarındandır. Onların ilk ameliyatta hastane koridorlarında birinci sırayı almalarından ötürü değildir T.Özal tarafından birinci sınıf sayılmaları; kendisinin kendisini ikinci sınıf saymasındandır. Niçin ikinci ameliyatta bulunmadıklarına gelince, T.Özal’ın birinci ameliyatta neyini kestirip attırdığını gördüklerinden, merakları kalmadığından gitmediler gibi gerekçelerle geçiştirilemez. Zira onlar ilk ziyarette işlerini ve eşeklerini bağlamışlardı sağlam kazıklara. Tekrar tekrar masrafa ne gerek var. Hem Amerika’yı onlar, T.Özal’la mı tanıdılar! Hem de yeni ihtilal tarihine daha çok var. Olaya bir de Amerika açısında bakalım.

Sayın A.Kadir Aksu benim burada T.Özal’ın yanında olduğumu ancak 5 kişi gördü, üzüntüsüyle Houston’luların halini gözlemlememiş olabilir. Bize düşen Houstonluların yaşadıklarından da haber vermektir.

Houston esnafının ve seyyar satıcılarının şu hali herkesin gözünün önüne gelebilir şimdi: Yazarkasa denetimi yapan Maliye memurlarının peşinden giren üç zabıtalar ve arkalarındaki sigara içilmez levhasını araştıran sağlık çalışanlarının gitmesinden sonra ne halde, ne suratta ise İstanbul esanfı, işte o gün onlar da öyle idiler.

T.Özal’ın birinci ameliyatına hazırlıksız yakalananlar, ne hayaller kurmuşlardı bir bilseniz. Seyyar barakalarında, Afrika’dan getirttikleri meyvelerden sıktıkları hakiki suları hazırlamışlardı T.Özal ziyaretcisi Türklere. Ramazanlarda Sultanahmet meydanında belediyelerimizin denetimi altında boyalı su satan esnaflarımıza eşitleselerdi kendilerini, belki zararları olmayacaktı. Ya giyim kuşamcılara ne dersiniz T.Özal’ın Bush montu giydikten sonra Türkiye’de çok havalandığını okuyunca gazetelerinde, onlar da binlerce Bush montu diktirmişlerdi T.Özal’ın ziyaretcileri için. Bilmeyiz sayın A.Kadir Aksu o günlerde aldığı o taklit Bush montunu mu giyiyor hala.

Diyeceksinizki, sizin de vurguladığınız gibi o hazırlanan Bush montları taklit idi. İyiki gidip almamış T.Özalcılarımız.

Bu ne iyimserliktir ey okuyucu! Yoksa siz bizzat Bush’un bizzat T.Özal’a giydirdiği o montun hakiki olduğunu mu sanıyordunuz Nerden vardınız T.Özal’ın hakiki Bush montu giyeceği fikrine Bush’un öyle düşünmediği çoktan yazıldı tarih sayfalarına. Gerçi sayın A.Kadir Aksu anlatmıyor ama biz biliyoruz. Houston esnafının protesto yürüyüşleri yaptığını ve Houston hastanesini bastığını.. Hatta T.Özal, gözetlemeci kameralardan yansıyan kalabalık koridorları görünce karşısındaki ekrandan, zıplamaya çalışmış: Bizimkiler geldi, dört eğilimciler geldi, diyerek.

Fakat Houston esnafının niyeti başka. Onlar T.Özal’ın halini hiç sormadan dalarlar doktorlar odasına. Cevap aradıkları sorular var.

- Yoksa bu gelen, ikinci kez gelen T.Özal’ın taklidi midir Öyle ise bize neden haber vermediniz

Kimi de ilk ameliyatcıları suçlamakta.

- Neyini almıştınız ki, artık ziyaret edilecek hasta sınıfından sayılmıyor.

Houston’da yaşanan bu kriz sonrasında mı Irak’ı işgal etti Amerika; T.Özal’ı bir koyup üç almaya ikna ederek.. Biz bilmeyiz, tarihciler bilir. Sayın A.Kadir Aksu’nun anlattıklarından sonra T.Özal cephesinde neler oldu. Izdırap verse de o günleri bir daha hatırlayalım.

Az ziyaretcili ameliyatlara alışık olmayan T.Özal, iste orada, o gün almıştı inme kararını. Hem de Semranım’a sorma gereği bile duymadan. Ne cesaret ama.

Niyeti, bir sonraki ameliyatında, T.Özal’ın geldiği ile gelmediği arasında 5 kişilik fark ancak var, diyen Houston esnafından ve personelinden ve tüm Teksaslılardan intikam almaktı. İlk ameliyatın rekorunu kıracağım diyordu kendi kendine. Neden olmasın. O ünlü ve çok ziyaretcili ameliyatdan sonra hazinede yine de kalan birşeylerin olduğunu yazmıştı gazeteler.

Hatta T.Özal, kendine ziyaretci olarak kabul edeceklerinin bir listesini de yapmış, döndüğünde, tek tek arayarak, sizinle parti kuracağım muhabbetine başlamıştı. (Geçen hafta yazmıştık Kurtla kuzu hikayesinin Burhan Kuzu tarafını. Dön geri bak!)

Kim kime, ne zaman, nasıl malzeme oldu anlatmaya çalıştık, Yavuz Donat’ın “İnsan Malzemesi” yazısının yaptırdığı çağrışımlarla.

Bir Amerika’ya mı malzeme oluyorlar Biz dahi istifade ediyoruz yazılarımızda onlardan. İşte şimdi birini daha okudunuz.

Tarihte Mizah

Bu da bir bitki

İkinci Abdülhamid zamanının ünlü kişilerinden Sadi Bey’in Bostancı’da, şark stilinde düşenmiş, çok güzel bir köşkü vardı. Bu köşke sık sık o günlerin tanınmış devlet adamları giderlerdi.

Bir sabah, İstanbul tarım müfettişi, ermeni asıllı, Agaton efendi Sadi beyi ziyarete gelmişti. Agaton efendi; kerli ferli, zamanının çalımlı ve cakalı adamlarındandı. Ünlü kişilerle düşüp kalkmayı çok sever, çevresine daima yüksekten bakardı. Köşkün selâmlık dairesine alınmıştı; Sadi beyin gelmesini bekliyordu. Bu sırada salona bir misafir daha girdi. Agaton efendiye nazik ve saygılı bir selâm verdikten sonra, ev sahibini beklemek için, o da bir köşeye üşüştü. Çalımlı ve cakalı Agaton efendiye göre, bu yeni misafir pek sade ve normal giyinmişti. Ortaya yakın kısa boylu, gösterişsiz bir adamdı. Kısa kesilmiş kır sakallı esmer yüzünde tevazu dolu tebessümler uçuşuyordu.

Agaton efendi; burun ucu ile selâmını aldığı bu yeni misafiri bir süre yükseklerden bakan gözlerle süzdü. Onun kılık ve kıyafetinden, çekingen duruşundan, taşradan gelmiş bir vilâyet memuru olduğu sonucunu çıkardı. Lütfedip bir iki kelime konuşmağa da tenezzül etti:

- Sizi tanıyamadım; taşradan geldiniz galiba.. dedi.

- Evet efendim; Diyarbakır’dan geliyorum

Agaton efendi; keşfindeki bu başarıdan ötürü memnundu. Konuşma konusu açtı, övüne övüne, uzun yıllar Avrupa’da öğrenim yapmış bir kimse olduğunu anlattı. Tarım uzmanıydı. Hâlen de İstanbul tarım müfettişliği görevinde bulunuyordu. Bu arada Diyarbakır’da ne gibi ürünler yetiştiğini, tarım durumunun ne halde bulunduğunu filân sordu.

‘Misafir; başlıca ürünlerini, tarımın gelişmesi için yapılan çalışmaları, elde edilen sonuçlan çok bügili bir şekilde derin derin anlatıyordu. Agaton efendi; memurun bu bilgisinden memnun oldu, itifat etmek istedi:

- Aferin memur efendi; hoşuma gitti, maşallah bir tarımcı kadar bilginiz var. Diyarbakır’da göreviniz nedir bakalım

Misafir, aynı saygılı ve nazik hal ile:

- Valiyim efendim..

Cevabını verdi. Bu cevapla Agaton efendinin de ayaklan suya erdi. O günlerde gazeteler Diyarbakır Valisi ünlü edip, şair ve yönetici Sırrı Paşa’nın, bir nazırlığa tâyin edilmek üzere, İstanbul’a çağnldığmı yazmışlardı. Durumu anlayınca işi şakaya vurmaya mecbur oldu:

- Paşam; hazır tarımdan konuşuyoruz ya, benim bir de bitkilik tarafımın olduğunu söyliyeyim: Bana hıyar Agaton efendi de derler.

He-Man mı, Hemen mi

Başbakan He-Man değil, demiş yardımcısı ve sözcüsü Hüseyin Çelik.

He-Man’da kimmiş

He-Man değilse, ne

Gibi sorularla yormayın kendinizi.

Parti toplantısında başbakan’ın sorulan soruları sürekli olarak “Hemen değil” diye cevaplamasını ancak böyle anlamış ve anlatmıştır sayın yardımcısı Çelik bey.

Çözüm bekleyenlere duyurulur.

Başka neyi yok

Savcı karşısına çıkarılan Em. Org. Karadayı BÇG’den haberim yoktu demiş. Koltuğunun altında gazetelerle kaçkere başbakanlığa gelmişti, diye anlatmıştı rahmetli Erbakan. Her hafta Beyazıd’da gösteri düzenleyen ve aczimendileri hep haber yapan gazeteleri gösterirdi. Memleketi irtica götürüyor! O gazeteler, siz böyle düşünesiniz diye çıkarılıyor, bilmiyor musunuz Haberi yokmuş ki paşanın, nasıl bilsin

Beden yalıtımı

İnsan bir binadır, et kemik ve kandan,

Eğitim kolonlar, öğretim kirişler…

Maneviyat ile yalıtım yapmazsak,

Ocağa kar yağar, yüreğe kir işler.

Ekrem Şama