Doğu denilince ihtişamlı bir zenginlik geliyor insanın aklına. Racaların, mihracelerin, prenslerin sürdürdükleri şaşalı yaşantı masallara konu olmuş. Bin bir gece masallarındaki hep Doğu’nun zenginliklerine sahip olma, gösterişli, rahat bir hayat sürme hayaliyle sadece çocuklar değil büyükler de uykuya dalmışlar. Bu yüzden Doğu’nun zenginlikleri Batıyı her zaman cezbetmiş. Böyle bir serveti elde etmek için olmadık yollara başvurmuşlar, entrika ve hilelerle servete konmak istemişler. Bunda başarılı olamadıkları zaman ise savaşmaktan ve binlerce, on binlerce insanı acımasızca öldürmekten zerrece pişmanlık duymamışlar. Özellikle baharata ve madenlere her zaman gıpta ile bakmış hatta Hint kumaşı dilden dile bir efsane olarak anlatılmış.
Haçlı seferleri din savaşları olarak değerlendirilebileceği gibi geri planında Doğu’nun zenginliğinden azami derecede istifade etmek de vardır elbette. Bir yandan Kudüs’ü barbarların elinden kurtarmak (!) şeklinde bir kılıfla insanlar savaşa ikna edilirken diğer yandan Doğu’nun zenginliğinden pay alacakları da teşvik amacıyla kulaklara fısıldanmaktaydı. Baharat ve İpek ticareti için yollar bulunmuş ve yüz yıllarca Doğu’nun zenginliği Batı’ya akıtılmıştı.
Batılı devletler zenginlikten daha fazla pay kapabilmek adına kıyasıya rekabete girmişler ve bu uğurda birbirleriyle savaşmaktan bile kaçınmamışlardır. İngiltere, Fransa, İspanya ve Portekiz başlıca sömürgenler olarak tarihte hak ettikleri yeri alırlarken diğer ülkeler de güçleri oranında sürekli Doğu’yu kemirmek istemişlerdir. Osmanlı’nın bölgeye giden ticaret yollarına hâkim olması Batı’nın uzun süre kara kara düşünmesine neden olmuş, savaşarak Osmanlı’dan kurtulamayacaklarını anlayınca çaresiz kalmışlardır.
İşte o çaresiz kalan ülkelerden biri de İspanyollardı. Doğu’nun zenginliklerine konmak ve servetten daha çok pay almak isteyen İspanyollar; Cenovalı bir kâşif ve gezgin olan KristofKolomb’un sürekli batıya giderek Doğu Hint adalarına ulaşacağı ve yeni bir baharat yolu bulacağı iddiasını ciddiye almışlar ve gerekli desteği vererek bu yeni yolun hâkimi olmayı istemişler.
Kaderin cilvesi neticesinde belki de herkesin malumu olan durum ortaya çıkar. Doğu Hint adalarına ulaşmayı düşleyen Kolomb bugün Bahamalar olarak bilinen bölgeye varabilir. Yeni bir yol üzerinden daha önce bilinmeyen bir yer bulmuştur bulmasına ama bu yerde ne baharat ne de anlatılan Doğu’nun ihtişamlı zenginliği vardır. Her ne kadar bize öğretilen tarihte Amerika’yı Kolomb’un keşfettiği yazsa da daha önce Vikinglerin ve Türklerin de kıtaya ulaştığı başka kaynaklarca iddia edilmektedir. (Konumuz bu olmadığından bunu geçelim.)
Kolomb yeni bir kıta keşfetmiştir ama kıtaya AmerigoVespucci adındaki İtalyan kâşifin Batıya ulaşan mektuplarından dolayı Amerika adı verilmiştir. İşte Amerika’nın keşfedilmesiyle pek fark edilmese de dünyanın seyri değişmiş ve o zamanlar yerlilerin hükümran olduğu ve kendi hallerinde yaşadıkları bu kıta korkunç ve kanlı savaşların, katliamların yaşanacağı bir yer olmuştur. Geniş topraklar, üzerinde yaşayanlara mezar edilmiş ve yaşam hakları ellerinden alınmıştır. İspanya, Portekiz, İngiltere, Fransa gibi batılı devletler bu henüz keşfedilmiş kıtaya hücum etmişler ve toprak kapma savaşına girmişlerdir.
Bu el değmemiş kıtada tam bir soykırım yaşanmış ve pek çok yerli halk yok edilmiştir. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulduğu topraklarda meskûn bulunan Kızılderililer akla hayale gelmedik yöntemlerle öldürülmüş ve onlardan boşalan yerlere göçmen Batılılar yerleştirilmiştir. Hastalık bulaştırılmış mikroplu battaniyelerden tutun da silahsız insanların topluca göçe zorlanmasına kadar pek çok yöntemle yerli halk önce yerlerinden yurtlarından edilmiş direnenler ise acımasızca öldürülmüştür. Kısaca ABD için kan gölü ve gözyaşı üzerine inşa edilmiş bir devlet desek yeridir. Ki bu devlet de yüzyıllardır kan ve gözyaşından başka bir şey vermemiştir dünyaya. Zalimlerin inşa eylediği bir devletten mazlumlara kol kanat germesini beklemek de doğru değildir elbette.
Kuzey ve güney yarımkürede iki parçası bulunan Amerika kıtasında özellikle güney yarımkürede ağırlıklı olarak Portekizce konuşulmaktadır. İspanyolca, İngilizce ve Fransızca konuşanlar da sayı olarak bir hayli yekûn tutmaktadır. Sadece dillerin egemenliklerine bakacak olsak bile zalimlerin adlarını öğrenmek çok zor olmasa gerek.
Gelecek hafta devam edelim inşallah…
Minik bir tebessüm
Maça gitmeme nedeni
Tuttukları takımın maçına gitmek isteyen iki arkadaş telefonda konuşuyorlarmış. Biri diğerine sormuş:
Maça gidecek misin?
Hayır, gitmeyi düşünmüyorum.
Neden?
Niçin gideyim ki! Takım berbat vaziyette! Hakemler de hep bizim aleyhimize kararlar veriyorlar. Seyredecek keyif mi bırakıyorlar adamda. Üstelik maçın bitiminde eve gitmek çok vakit alıyor. Kalabalıktan yürüyemiyorsun bile. Sen gitmeyi düşünüyor musun?
Yok, ben de gidemeyeceğim.
Neden?
Ben de seninle aynı durumdayım. Karım izin vermiyor…
İlgilisine notlar:
Yazıp da sildiği olabilir insanın hayatında ama sildiklerini yeniden bir daha yazmamalıdır.
İnsanlıktan nasibini almamış olanlara nasihat da kâr etmez. Kâinattaki hakikati görmeyen insana kalbinin temiz olması yetmez.
İnsanı en çok doğru bildiği yanlış insanlar üzer.
“Üç şeyi doğru seç; işini, eşini, arkadaşını.” Hz. Ali