Kamu bilinci

Abone Ol

Kamu, eski ifadesiyle “amme”, toplumun varlık sorununu temel bir konu olarak işaret etmez. Toplum nedir, nasıl olmuştur, niçin vardır tarzındaki sorular varlığa ilişkin sorunu çözümlemek için ortaya konulurlar. Bu yüzden toplumun varlığını kavramak ve açıklamak için felsefenin yaklaşımı soyut “varlık” temelinde olurken, özellikle insan veya kültür bilimleri genellikle toplumu bir olgu olarak incelemeye yönelir. Her insan biliminin bu olguya yaklaşımı kaçınılmaz olarak o bilimin uyguladığı yöntemin içerik ve niteliğine göre gelişmek durumundadır. Onun için birine göre toplum “ilişkiler saçağı” olarak görülürken, bir diğerine göre, özgülüğü tanımlanmış bir olgu ya da bütün veya kurum şeklinde ele alınabilir.

Kamu ise, toplumun belli bir bakış açısından varlık olarak ortaya koyduğu etkinliklerin, bu etkinliklerin yapılış ve işleyişi için gerekli ilkelerin, kuralların ve kurumların neler ve nasıl olması gerektiği konusunu açıklığa kavuşturmayı amaçlar. Bu etkinliklerin, ilkelerin, kuralların ve kurumların açıklanması bağlamında, bir bakıma simge işlevi gören kavramlar üretir ve bunlar temelinde çalışır. Kamu yetkisi, kamu görevi, kamu sorumluluğu, kamu yararı (menfaati) ya da zararı, kamu gereği vb gibi kavramlar ile deyimler, kamuyu bir anlamda somutlaştırırlar. Kuşkusuz topluma ilişkindir, ama kamu toplumun varlığını kendi özünde temellük etmez, soğurmaz, emmez. Başvurulan kavramlar ölçeğinde toplumu bir bakıma sembolize ya da temsil eder (gibidir).

İşte bu noktada kamu kavramı, her ne kadar, birçok kültür bilimi tarafından kullanılsa da, öncelikle toplumun o bilim açısından görünen etkinliğini ifade etmek üzere başvurulan bir kavramdır. Etkinliklerinin kavramlaştırılması suretiyle ifade edilişi doğrudan belirleyemezler. Bunu hukuk bilimi üstlenir ve ona göre çalışır. Hukuk açısından, bazı durumlarda kamu doğrudan toplumu çağrıştırmayabilir. Çünkü hukuk başvurduğu kavramın işaret ettiği olayı ya da ihtilafı çoğu zaman sadece kendi bağlamı içinde ele alıp çözümlemek durumundadır. Sözgelimi siyaset bilimi toplumu siyasi bir amaç için örgütlenmiş bir birim veya ilişki olarak tanımak çabası içindedir. Bu yüzden iktidar olgusunu temel alır, ama onun kamuyu ne ölçüde tezahür ettirip ettirmediğine çoğu zaman duyarsız kalabilir. Bu bağlamda bizde siyaset, bilincinde olunmaksızın kamu olgusundan soyutlanarak, salt bir iktidar, o da maddi gücü temessül etmiş adeta keyfi istemlerin gerçekleştirilmesini sağlayan bir aygıt olarak algılanagelmektedir. Sözgelimi iktisadi bakımdan kamu sektörü ve özel sektör nitelendirmesini siyasetin ölçütü olarak algılayıp devletin iktidarını bu yönde araçsallaştırma istemleri, özellikle 12 Eylül ’80 darbesinin “ideolojik güdüleyicisi” şeklinde uygulamaya konulması çarpıcı bir örnektir. Kamunun işlettiği ve kamu yararını, dolayısıyla toplumsal adaletin bir tür aracı durumunda olan kamu iktisadi teşekküllerinin, yani KİT’lerin adeta haraç-mezat satılması, kamu bilincinin toplumsal kaynağını kuruttuğu gibi, devleti, uygulamaları bakımından toplumsallığından soyutlayıp, paydaşları değişen bir oligarşik yapıya evriltmiştir. 12 Eylül rejiminin en güçlü olduğu sırada ortaya çıkıp günümüze güçlenerek gelen terör örgütünün kaynağı olarak kamu alanında uygulanan politikaların yanlışlığı bir türlü telaffuz edilmemiştir. Irkçılık ya da ayrılıkçılık tanımlamalarını bizzat toplumsal duyarlıklar defaten boşa çıkarmıştır.

Devlet, ihtiyaçlar ve şartlar gerektirdiği takdirde, eşdeyişle, kamu yararının gereği olarak iktisadi ve ticari faaliyetlerde bulunur, bulunmak zorundadır da. Tıpkı genel güvenliği, çalışma hayatının güvenliğini, eğitim-öğretim imkânlarını ve fırsat eşitliğini, adalet dağıtımını vb sağlamak zorunda olduğu gibi. Mesela Et-Balık Kurumu’nun faaliyeti kamu yararı yanında toplumsal güvenliğin sağlanmasında da işlevsel değil miydi? Terörün yaygınlaşmasında bu ve benzer kurumların tasfiye edilmesinin etki ve sonucu nasıl yok sayılabilir?

Bu bağlamda Sadet Partisi’nin yeni genel başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu’nun bu konuları dile getirmesini, önemli bulmanın ötesinde, toplumun ve devletin, dolayısıyla kamunun yenilenmiş bir bilinç düzeyinde kavranılma çabası olarak değerlendirmek gerekir, diye düşünüyorum.