Kameriyedeki Kötü Kader

Abone Ol

En çok o oturmakta idi kameriyede,

Dışarıdan bakan keyfinden sanmaktaydı.

Kederindendi oysa.

Bir hastanın bakımına mahkûm tutulmuştu.

Kendisinden çok yaşlı yatalak eşinin hizmeti onu yoruyor,

Yetmezmiş gibi insafsız ekonomik çarkın dişlileri arasında eziliyordu.

Eşinin emekli maaşı ile geçinmek değil sürünmekti yaşamı.

O bodrum katının karanlık hasta inlemeleri ile dolu odasından çıkıp,

Kameriyede nefes aldığını sanmaktaydı komşuları.

Değildi,

Hastaya ve kendisine ne yiyecek bulabileceğini düşünmek için oradaydı.

Arada alışverişten dönen sitenin çalışan kesimini görmekteydi.

Ellerinde poşetlerle arabalarından inerken,

İster istemez bakmaktaydı.

Kızıyordu çalışanlar,

Söyleniyorlardı,

“Bu kadının da işi yok, akşama kadar bu kameriyede oturmakta,

Geleni gideni izlemekte,

Gözü poşetlerimizde kalmakta”,

Diye kendisine duyurmaktaydılar.

Oysa hiç akıllarına gelmemekteydi,

O poşetlerden bir salkım üzüm çıkarıp vermek.

Ya da bütün yaz boyunca tadına bakamadığı bir şeftali uzatmak.

Nasıl zorlandığını,

Nasıl yarı aç gezmekten yorulduğunu,

Nasıl kahır dolduğunu,

Koskoca insan sabahlara kadar katıla katıla ağladığını,

Söyleyemiyordu,

Diyemiyordu,

“Siz nereden bileceksiniz kötü kaderimi” diye bazen kendi kendine konuştuğunu duyanlar olmaktaydı,

İyice psikolojisi bozulmuştu,

Bazen yanından geçenler yaklaştıklarında, onu tekin bulmayıp derhal uzaklaşmaktaydılar.

Biraz ilerleyip dönüp arkalarına bakıp,

Deli galiba diyorlardı.

Duymaktaydı lakin umurunda değildi.

Sonunda o yüzlerce kişinin giriş çıkış yaptığı sitenin sakinlerinden birine misafir gelenin dikkatini çekmişti,

Bir kedi yavrusu gibi yalvaran bakışlarını sadece o görmüştü,

Yaşadığı sıkıntıyı okumuştu.

Anlamamak mümkün değildi fakat insanlar anlamak istememişlerdi çektiği mağduriyeti.

Kameriyeye gelip nedir derdin diye sormuştu,

Hızla anlatmıştı,

Ufak bedeni ile hastayı çeviremediğini,

Eşinin ilk hanımından olan çocuklarının hiç ilgilenmediğini,

Kendisinin zaten çocuğunun olmadığını.

Fakat maddi sıkıntılarını söylerken kıpkırmızı olmuştu,

Geldiği uzak köyünde yoksul olsalar da yine de bu denli büyük bir fakirlik yaşamadıklarını,

Bahçelerindeki meyvelerin her an ellerinin altında olduğunu,

Lakin büyük şehrin büyük derdi olduğunu,

Pazara yaklaşılmadığını,

Alım güçlerinin olmadığını,

Onu dinleyen tamam demiş,

Her hafta pazar ücretini hazırlayacağını söylemişti,

Uzattığı bir miktar parayı mahcup alıp,

Havanın karardığına bakmadan,

Derhal markete koşmuştu,

Dönerken bu kez mutluluktan kendi kendisine konuşmaktaydı.