Kamera önünde Gazze için konuşan, kamera arkasında İsrail’i kollayan diplomasi!

Abone Ol

Gazze için kürsüde fırtına estiren Türkiye, Lahey’deki yaptırım metnine imza atmadı. Bu çelişki artık sadece dışarıda değil, içeride de sorgulanıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’da düzenlenen IDEF 2025 Savunma Sanayi Fuarı’nda yaptığı konuşmada, İsrail’in Gazze’de işlediği suçları “soykırım” olarak nitelendirdi. “Kim Gazze’deki soykırıma sessiz kalıyorsa, İsrail’in işlediği insanlık suçlarına ortaklık etmektedir” diyerek son derece güçlü bir mesaj verdi.

Ancak aynı günlerde Kolombiya’nın başkenti Bogota’da toplanan Lahey Grubu Acil Konferansı’nda, İsrail’e karşı altı maddelik bir yaptırım planı kabul edildi. Aralarında Kolombiya, Brezilya ve Güney Afrika’nın da bulunduğu 11 ülke, bu metne imza attı. Türkiye ise o masada yoktu.

Dışişleri Bakanlığı bu eksikliği “kurumlar arası eşgüdüm” ve “takvimsel süreç” gibi teknik ifadelerle geçiştirdi. Oysa söz konusu olan, bizzat Cumhurbaşkanı’nın “soykırım” diye tanımladığı bir vahşet karşısında atılması gereken somut bir adımdı.

İşte tam da burada bir çelişki başlıyor…

Kürsülerde zalime karşı en sert cümleler kurulurken, uluslararası arenada dikkat çekici bir çekingenlik sergileniyor. İçeride sert, dışarıda sessiz bir diplomasi… Oysa Sayın Cumhurbaşkanı’nın kendi ifadesiyle, “sessiz kalanlar bu suça ortaktır.”

Bu durumda sormak gerekiyor: Lahey’deki o imzanın eksikliği nasıl açıklanacak?

Bu sadece bir dış politika çelişkisi değil, aynı zamanda bir vicdan sınavıdır.

AK Parti’nin kuruluş felsefesinde yer alan “mazlumun yanında durma” iddiası, sadece söylemde değil, eylemde de görünür olmak zorundadır. Milletin vicdanı, bu ilkeli duruşu destekler; ama aynı millet, bu duruşun gereğini yerine getirmeyen her iktidarı da sorgular.

Türkiye, şu an çelişkili bir görüntü veriyor:

Kamera önünde mazlumdan yana duran; ancak kamera arkasında müttefiklik dengelerini gözeten bir dış politika.

Bu yaklaşım, artık sadece dünyada değil, Türkiye’de de sorgulanıyor. Çünkü toplumun büyük çoğunluğu –parti aidiyetine bakmaksızın şunu çok net hissediyor:
Sözler güçlü olabilir; ama o sözleri taşıyacak adımlar gelmiyorsa, geriye sadece slogan kalır.

Sayın Erdoğan’ın en büyük mahareti, yapmadığı işleri yapıyormuş gibi gösterebilmesi; yapmadığı iyilikleri sanki bizzat kendi eliyle yapıyormuş gibi sunabilmesi ve yaptığı yanlışları da hiç istifini bozmadan muhaliflere yükleyebilmesidir.

Bu çelişkinin kalıcı hâle gelmesinde en etkili unsur ise, lidere duyduğu güveni sorgulamayla karıştıran; her sözü doğru, her adımı haklı görmeyi bir sadakat göstergesi sanan geniş bir seçmen kitlesidir.
Oysa gerçek sadakat, yanlışın üzerini örtmek değil; doğrunun istikametinden sapıldığında uyarıda bulunabilmektir.

Ama bilinmelidir ki milletin feraseti geç uyanır ama mutlaka uyanır.

Ve o gün geldiğinde, sadece sözler değil, tutarsızlıklar da hatırlanır.

Ve unutulmamalıdır:

“Zalimlere meyletmeyin; yoksa size ateş dokunur.”
(Hûd, 113)