Gecenin geç saatleri, dışarıda yağmur yağıyor, yağmurdan
ıslanmamak için koşuşturanların ayak seslerini duyuyordum. Gecenin sessizliğini
şiddetle cama vuran yağmur damlaları bölüyordu. Duyguların tavan yaptığı saatlerdeydim, ilham yoğunluk kazanmış olmasına
rağmen, kalem susmuş ben ise lâl durumundaydım. Suskunluğumun, sevgiye,
sevgiliye olan özlemi midir Bilemiyorum! Bildiğim evimin dört duvarlarında
yalnızlığın çığlıklarının yansıdığıydı. Pencereden dışarıya baktım. Gök bile
sessiz sessiz ağlıyordu. Ay suskun, gece suskun, kalem hamuş. Gece dolaşan
hayaletler gibi, evin her tarafında sessizlik dolaşıyordu.
Sonra hasret çekenleri düşündüm, koca şehirde; gecenin
sessizliğinde sönen hayatlar aklıma geldi. Kim bilir gecenin bu saatinde koca
İstanbul un izbe mahallelerinde kaç kızımızın hayatı sönmekte ve karanlığın
dehlizlerine kaybolmaktaydı. Sonra, bu saat itibariyle gecenin sessizliğini
adeta yırtarcasına yeni doğmuş bebeğin ağlamasını düşündüm. Afrika da, Asya da
emperyalizmin sömürdüğü topraklarda on binlerce/yüzbinlerce yeni köleler sömürü
dünyasına gözlerini açtığı düşüncesi beynimi kemirdi durdu. Benim için sessiz
olan bu gece, birileri için azap olabileceği aklıma düştü. An itibariyle
işkence gören, evi olmayan, sokakları ve parkları mesken tutmuş kimsesizler,
hasta yataklarında ağrılar içinde inim inim inleyen binlerce insan için
ellerimi semaya kaldırıp dua ettim. Duama gözyaşlarım eşlik ediyordu.
Elimdeki kaleme baktım, geceye baktım. Sonra masama doğru
yürüdüm. Kâğıda bir şeyler yazmaya çalıştım. Fakat kalem hamuş, diller ise hâlâ
lâl. Neden bu gece böyleydim Oysa yazmamak için hiçbir sebebim yoktu. İlham
doluydum, kelimeler beynimde dolaşıyor, âdeta dışarı çıkmak için fırsat
kolluyordu. Ne hikmetse; kelimelere ne
kalemim ne de dilim eşlik etmek istemiyordu. Dilimle beynim savaşa
tutuşmuşlardı. İç dünyamdaki çatışmadan şimşek çakması ve gök gürlemesiyle
sıyrıldım. Dışarıya baktım, yağmur şiddetini arttırmıştı. Yağmurun sesini dinledim. Yağmurun etkisinden
midir, yoksa bu gece melankolik oluşumdan mıdır, dilim de bir şiir dolaşmaya
başladı.
Göklerden hicran yağdı, İstanbullu bir geceydi / Yere
düşen her damlanın yüreğinde sen vardın / İsmin dudaklarımda idamlık bilmeceydi
/Yalansa kahrolayım, sen İstanbul kokardın / Gözlerimden dökülen yaş denizi
ıslatıyor / Sevda kilim, hasret nakış, gönül derdi dokuyor / Çatlayası deli
yürek sen sen diye atıyor /Oy gece gözlüm oy, İstanbul sen kokuyor.
Bu gece düşüncelerden çok yorgunum. Sensizlik,
sessizliğin yorgunluğunun yükü taşınacak gibi değil. Aklım firarda, yüreğim
hamuş dilim hâlâ lâl. Göklerden bir emir geldi, Yatsı okunuyordu.
Düşüncelerimden sıyrıldım. Secde zamanıydı, dertleşme zamanıydı, bu gece
gözyaşıyla sulanmasının zamanıydı. Lal olan dilin, dua ile söz söyleme
zamanıydı. Ya rab! Sana geldim, Hara düştüm, dilim lal yüreğime od düştü. Dâra
düştüm Ey Rabbim benim bir Ah-u efkârımı bir dinleyiver, bu gece çok karanlık
Katran karası olmuş göğsümü bir İnşirah ver Daraldım
Biz senin göğsünü açıp genişletmedik
mi (inşirah/1) dersin bilirim. Bunaldığım
her vakit, yağmur yağmur yüreğime, damla damla gözlerime düştün. Yüküm ağır
dediğim de Yükünü senden alıp atmadık mı O senin belini büken yükü
. (inşirah/2) dedin. Her zaman olduğu
gibi Yine sana geldim! Ey sevgili!