Katıldığım bir toplantıda genç kızların sorusu karşısında bocaladım.
Bir yazar, kadınlarla ilgili tweet atmış,
Verilen cevapları nasıl bulduğumu sordular.
Konudan haberim yok, dedim,
Açıp sosyal medyadan gösterdiler.
Yazar beyefendinin tweeti, bir gencin arabanın ön koltuğuna annesi ya da ablasını oturtup nişanlısını arkada oturttuğu için kızın nişanlıdan ayrıldığı yönünde idi.
Devamında da o kız için kullandığı, “üç yıldır evlenmediği”, annesinin artık “turşusunu kursun” cümlesi ile gelen binlerce yorum.
Bir başka beyefendinin “nerede o eski cefakâr ninelerimiz” tweetine karşılık, kadınların tweetlerinde büyükannelerinin prenses olmadığını, kocalarının zulmüne antidepresan içerek sabrettiklerini yazmışlar.
Biri, 93 yaşındaki Ayşe Gökkaya’yı örnek vermiş.
“Manisa'da 72 yıl önce, kocası tarafından elleri tırpanla kesilen 93 yaşındaki Ayşe Gökkaya.
Henüz 8 aylık evliyken, tartıştığı eşi, her iki elini de bileklerinden tırpanla keser, elleri olmamasına rağmen yaşama tutunmuş, bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri, dağlardan topladığı kekikleri pazarlarda satarak geçimini sağlamış.”
Şükrü Erbaş’ın “köylüleri neden öldürmeliyiz” şiirinin acılığını aşan bir katliam, Ayşe Gökkaya’nın yaşadığı.
Aslında büyük bir sorun var ki, gençler artık yuva kurmuyorlar.
Yuva kuranlarda, erkek kavvam olması gerekirken, ailede dengeyi sağlayamıyor, anne baba gibi yakınlar işe karışarak zaten zor kurulmuş yuvalar dağılıyor.
Bazen “anne tapar” bir erkek yuvayı bozmakta,
Bazen de “bayramda ilk bizimkilere gidelim” diye tutturan kadın.
Oysa iki tarafta bir futbol müsabakasında değil,
Ali Dayı’nın keçileri gibi çekişmeye gerek yok.
Bir tarafa yüklenmek kimseye yarar sağlamamakta.
Anadolu kadını elbette fedakârlıkta zirve, şehir kadınının da büyük kısmı, iş ve ev, çocuklar arasında bocalamakta, bazı erkekler de kendisini prens sanıp evde elini bir işe sürmeyerek kadınların daha fazla yıpranmasına neden olmakta.
Bu örnek aşırı, arabanın ön koltuğuna oturmak sorun oluşturmamalı, iki tarafta önemsiz detaylarla yuvayı yıpratmamalıdırlar.
Ki bazı değerlerimizde korunmalıdır
Karşısındaki insana saygı, hürmet, sevgi önemlidir.
Ailemden tanıdığım pek çok yaşlı hanım; hastalıklarında bile gelinlerinin, gençlerin yanında ayaklarını uzatmaya hayâ ederlerdi.
Edep, adap, terbiye aslında çok büyük değerlerimiz ve korumalıyız, gelecek kuşaklara aktarmalıyız.
O günkü toplantıda üniversiteli bir kızımız, meşhur hocanın vaaz verdiği videoyu açtı, “Bir de şuna bakın nasıl aşağılanıyoruz” dedi. Vaaz verenler psikoloji bilmeli, empati kurmalı, zaten günümüz insanı kırılgan, neredeyse ruhsal hastalığa yakalanmayan kalmadı.
Hoca efendi, evlenilecek kadınları anlatmakta.
“Dulla evlenmeyeceksin,
Kısa boyluyla evlenmeyeceksin,
Uzun boylu bir deri bir kemik kadınla evlenmeyeceksin.”
Bir de vurgularken yüzünü buruşturmakta “iii” diye iğrendiğini göstermekte.
Hiç düşünmemekte, o vaazı dinleyen kısa boylu ya da çok uzun boylu yahut çok zayıf bir hanımefendinin rencide olacağını.
Manevi güzellikler vurgulanacağına, dış fizikle ilgilenilmesi toplumsal kırılganlığı artırmakta.
Alaya alınmamalı kimse, kilolu kaç kadın toplumsal baskılardan canına kıydı.
Günümüzde neden bu kadar estetiğe koşmakta bu kadınlar sorusunun cevabı da ortaya çıkmakta,
Her şey görsellik olmuş.
Bu alaylar, hakaretler yüzünden toplumun en yoksul kesimi bile kredi çekip her yerlerini yaptırmaya başladılar.
Genç kızlar haklı olarak sormaktalar: “bizler erkeklerin tiplerini alaya almıyoruz ama evlenecek güzel ahlâkta, iyi huyda delikanlılar bulamamaktayız, hocalar bu erkekleri düzeltmek için konuşsalar artık, bıktık kadınların suçlanmasından.”
Ne diyeyim bu Hz. Meryem kadar temiz kızlar o kadar haklılardı ki.
Peygamberimiz de yaşlı ve dul Hz. Hatice ile evlendi ve çok mutlu oldu.
Dul olmanın, evlenilmemesi gereken bir öcü olarak anlatılması yanlış.
Cinsiyetçi söylemlerle insanların aşağılanması, sadece dış fiziğe bakılması, karakterinin, güzel hasletlerinin görülmemesi büyük yanılgı.
O gün kızlar erkek egemen bakış açısından, önyargılı cümlelerden yorulduklarını, kırıldıklarını anlattılar.
Ki çok haklıydılar.