Kaç kuvvet var?

Abone Ol

Hukuk fakültelerinde yasama, yürütme ve yargı gücünden ve bu güçlerin ayrılığından, yani birbirinin üzerinde baskı unsuru olmadığından söz edilir. Yasama deyince Meclis, yürütme deyince Hükümet, yargı deyince mahkemeler akla gelir. Doğrusunu söylemek gerekirse şimdiye kadar ülkemizde güçlerin yasama, yürütme ve yargı şeklinde üçe ayrılmasına hiç itiraz olmamıştır. Zaten bu tarif ya da sıralama dışarıdan ithal edildiği ve ülkemizi de Batı ya benzetme sevdası hakim olduğu için bu sıralamanın üzerinde düşünmeye bile ihtiyaç duyulmamıştır. Böyle ezberletilmiştir, kimse de bu ezberi bozmak istemiyor. Benim derdim ille de bilinen bir ezberi bozmak değil. Ancak, bu üçlü tasnifin ve sıralamanın ülkemizdeki uygulamayla pek örtüşmediğini düşünüyorum. Cumhuriyetin kurulması sırasında örnek alınan uygulamalar ile ülkemiz şartları çoğu zaman örtüşmemiş, bunun sonucu olarak ortaya bize has bir demokrasi, bize has bir rejim ve uygulama çıkmıştır. Bunun sonucu olarak sanki bir başka güç de TSK gibi görünüyor. Gelişmeler ve uygulamalar bunu gösteriyor. Hukuk derslerinde adı geçmemekle birlikte uygulamada TSK nın söz konusu güçler arasında ve belki de hepsinin üstünde bir konuma sahip olduğu görüntüsü çıkıyor. Bir diğer ifade ile Cumhuriyeti biz kurduk biz koruyacağız sahiplenmesi sonucu sürekli olarak bu ülkede Cumhuriyet düşmanlarının varlığı gündemde tutulmuş ve bu düşmanlara karşı da Cumhuriyeti koruma görevini TSK üstlenmiştir. Böyle bir görev üstlenme sık sık askeri siyasete müdahale ya da siyaseti belirleyici olmaya itmiştir.

Bu memleketin askeri de uzaydan gelmedi elbette. Onların da bu memleketin daha iyiye ve güzele ulaşması, güçlü ve lider bir ülke olmasını istemeleri kadar doğal bir şey olamaz. Ancak, bu isteğin sivilleri bir kenara iterek doğrudan müdahaleye dönüşmesi rejimin mahiyetini tartışılır hale getiriyor.

Söz gelimi geçtiğimiz günlerde TSK da bir nöbet değişimi yaşandı. Her devir teslim töreninde konuşmalar yapıldı. Bu konuşmalarda ağırlıklı olarak iç siyaset dile getirildi. Bu konuşmalar medyada genellikle olağan karşılandı ve bazı gazeteler emekli olan ve yerlerine gelen askerlerin konuşmalarını  "uyarı" olarak nitelendirdiler. Gerçekten askerlerin yaptığı bu konuşmalar uyarı ve ikaz mahiyetinde ise kuvvetlerin yeniden sıralanması, üç kuvvetin dörde çıkarılması ve en başa da TSK nın yazılması gerekmez mi Bu arada bazı politikacıların askerlerin yaptığı konuşmaları değerlendirirken Artık sözle uyarmanın zamanının geçtiği görülüyor şeklinde yorumlar yapmaları da adeta askeri iç siyasetin içine çekme hevesi olarak nitelendirilemez mi

Hemen belirteyim ki asker-sivil ayrımı yapmanın ve iki kesimi birbirinin rakibi gibi görmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü, asker gökten gelmedi. Onlar da bu ülkenin insanı, belki de bir çoğu yakın akrabamız. Ancak, halkın oyları ile iktidar olan sivil yöneticileri rejim düşmanı gibi görme ve bunlara karşı tedbirli olmak gerektiğine dair bir takım söylemler ister istemez asker-sivil ayrımını gündeme getiriyor. Askerin kaynağı bu millet yani siviller olduğuna göre bu ayrımı gerçekçi bulmak mümkün değil.

Böyle bir yazı nereden aklıma geldi Neden bu konuya girdim

Devir teslim törenlerinin yapıldığı  günlerde gazeteleri okuyup televizyon haberlerini dinlerken yanımdaki  arkadaş bir ara, "Bir başka ülkede özellikle de Batılı ülkelerde devir teslim törenlerinde askerler böylesine iç politikayı didikler, bu tür konuşmalar yaparlar mı " sorusunu yöneltti. Doğrusu böyle bir soru beklemiyordum, dolayısıyle hazırlıklı da değildim. Bir süre düşündüm. Aklıma hiçbir Batılı ülke gelmedi. Gerçek demokrasilerde böyle konuşmalar olmaz dedim. Nerelerde olabilir diye düşünürken ilk aklıma demokrasiden uzak ülkelerde olabilir diye düşündüm ama, oralarda da bu mümkün olmaz. Söz gelimi krallıkla yönetilen ülkelerde de olmaz, olamaz.

Kısacası adı ne olursa olsun rejimi oturmuş  ülkelerde askerler böylesine iç ve dış politika üzerine görüşlerini alenen dile getirmezler. Ebette onların da görüşleri olur ve bu görüşlerini ülke yönetimini üstlenmiş olanlara iletmek durumundadırlar. Ama bunun yeri ilgili kurumlar ve bu kurumlarda yapılan toplantılardır. Peki bu uygulama böyle sürdüğü müddetçe  böyle bir Türkiye AB ye girebilir mi Böylesine yetkilere sahip olan kurumların mensupları Türkiye nin AB ye girmesini isterler mi

Bu sorulara cevap vermiyor, cevabı size bırakıyorum.