İşte Katar’ın sırrı!

Abone Ol

Mustafa Kurdaş anlattı*;

“2009 yılıydı…

Erbakan Hocamız 10 kişilik bir heyetle İran’a gitti. Heyette ben de vardım.

Yaklaşık 12 gün süren bir ziyaretti bu. Kum kenti İran için önemli bir şehir. Medreseler ağırlıklı olarak burada.

Kum’da Erbakan Hocamız Medreseler Birliği’nde bir dizi toplantıya iştirak etti. Bu toplantılardan birinde Medreseler Birliği Başkanı, Erbakan Hoca’ya şöyle bir teklifte bulundu;

- Tamam, İslam dünyasında mezhep meselesini çözelim. Bunu biz de istiyoruz. Ama 2 şartımız var. İlk olarak, kurulacak komisyona siz başkanlık edeceksiniz. Sizin Başkanlığınıza kimsenin itirazı olmaz. İkinci şartımız da Vehhabiler o toplantıda yer almayacak…

Hocamız, hiçbir zaman ‘ben’ merkezli düşünmezdi. ‘Oh ne güzel, komisyon başkanı ben olacağım. Biri hariç tüm İslam dünyası da orada olacak…’ diye düşünmedi…

Peki, ne yaptı? Nasıl bir duruş sergiledi? Erbakan Hoca, Medreseler Birliği Başkanı’na şunları söyledi;

- Benim başkanlığımda da yapılsa, birleşme ve tefrikaları giderme yerine böyle bir toplantı, daha büyük ayrılıklara sebebiyet verir. Bizim ilk yapmamız gereken, Yahudi’yi, Siyonizm’i ve Amerika’yı bu topraklardan söküp atmak ve sonra da, İslam dünyası olarak

siyasal birliğimizi kurmaktır…”

***

“İşte Katar’ın sırrı!” derken derdimi anlatabildim mi, acaba?

Daha doğrusu, bölgede gerçek anlamda barış ve sulhun ne zaman ve ne şekilde sağlanabileceğini…

Yarım asır sonrasını gören ve adımlarını ona göre atan Milli Görüş Lideri Erbakan Hoca’nın temellerini attığı D-8 bugüne kadar aktif olsaydı, Ortadoğu’da bu karışıklıklar olur muydu? Olmazdı. Nokta.

(*Mustafa Kurdaş bu anekdotu, TV5’te, 8 Haziran 2017 tarihli “Kupür Haber” programında anlattı. Programı, https://www.youtube.com/watch?v=d2LrU8yMOv0 linkinden izleyebilirsiniz)

Katar’a ambargo uygulayan ülkeler neyi gerekçe gösteriyor?

Diyorlar ki, “Katar DEAŞ, EL KAİDE’ye destek veriyor.”

Bir isim daha veriyorlar; “İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler)”

Deaş ve El Kaide’nin nasıl örgüt olduklarını, ne/ler yaptığını bütün dünya biliyor…

Ama eline silah almamış, terörle uzaktan yakından alakası olmayan, seçimlere giren ve halkı temsil eden, meşru, legal bir kuruluş olan Müslüman Kardeşler’in -büyük bir şark kurnazlığı ile- bu listeye dâhil edilmesi da neyin nesidir, Allah aşkına!

“Bu hengâmede bunu da aradan çıkaralım!..” Siyonist mantığı!

Vay uyanıklar vay!

Ağrı’da bir restoran…

Çok lüks değil ama mahalle lokantası da değil… Orta halli bir kebapçı diyebilirsiniz…

Genç adam restorana girdi, yemeğini söyledi. Kebabı da diğer yemekleri de fena değildi, hani!

Ağrı’ya geldiğinde bu restorana uğramadan edemezdi…

Besmele çekerek başladığı yemeğini yedikten sonra bir de çay söyledi.

Çay da çaydı hani, 20 dakika önce mi demlenmişti, acaba!

Neyse… “Elhamdülillah” dedi, “Allah’a şükürler olsun, Allah olmayanlara da versin...” diye de ekledi.

Hesap vermek için kalkarken etrafına şöyle bir göz gezdirdi; masalar neredeyse doluydu.

“Borcumuz ne kadar?” diye sorduğunda kasa görevlisinden aldığı cevap büyük bir şaşkınlığa uğramasına sebep oldu;

- “Hesabınız ödendi, efendim!”

Nasıl olurdu? Kim ödemişti, yediği yemeğin hesabını?

Garson, hemen yan masada oturan bir beyefendiyi işaret etti.

Genç adam, hesabı ödeyen beyefendinin yanına gitti; “Teşekkür ederim. Allah razı olsun. Sizi çıkaramadım. Ancak merak ettim hesabımı neden ödediniz?”

Hesabı ödeyen beyefendi tebessüm ederek şunları anlattı;

“Geçtiğimiz yıl Ramazan ayında, akşam işten eve giderken İstanbul Mecidiyeköy kavşağında trafik tıkandı. Tıkandı ne demek, yürümüyor! Resmen ömür törpüsü. Kaplumbağa gibi ilerliyoruz. Bir yandan da saatime bakıp duruyorum. Ama artık eve iftara

kavuşamayacağım net olarak ortaya çıktı. Bir de nasıl acıktım, tarif edemem… Tam Mecidiyeköy Meydanı’nda ışıklara yakın bir yere geldim, kırmızı ışık yandı, durdum. O arada Ezan-ı Muhammedi okunmaya başladı. Tam bu esnada bana doğru bir el uzandı!

Allah, Allah, hayırdır, inşallah! İçinde çorba, hurma, pide ve su olan bir tabak… Saadet tabağı… Serap mı görüyordum acaba? İftarımı oracıkta açtım. İçtiğim o çorbanın tadını, lezzetini o gün bugündür hiç unutamadım! Çorbayı bana uzatan kişiye baktım, genç bir

adamdı. O sizdiniz. Burada görünce bu kez de ben ikram etmek istedim…”

***

Yukarıdaki satırlarda zikrettiğim çorbayı ikram eden “genç adam”ın adı, Osman Erim…

Osman Erim, Ağrılı. İstanbul’da esnaf.  Saadet Partisi Şişli İlçe Teşkilatı’nda Yönetim Kurulu Üyesi.

Saadet Partisi Şişli İlçe Teşkilatı, uzun yıllardır, (bu yıl 18’cisi) her Ramazan’da Mecidiyeköy Kavşağı’nda kurulan stantta, iftara evlerine yetişemeyenlere çorba, hurma, pide ve su ikram ediyor.

Günde 300-400 kişiye iftar servisi yapılıyor... Bir günlük çorba masrafı yaklaşık 300 TL…

Her gün bir hayırsever bu masrafı karşılıyor.

Güzel bir faaliyet, hayırlı bir çalışma, Saadet çorbası…

Düşünenler ve hayata geçirenlerden Allah (C.C.) razı olsun…