İşte bu sizin hikâyeniz

Abone Ol

Kaybettiğiniz gün vazgeçtiğiniz gündür. Buraya kadarmış, artık olmuyor dediğiniz gündür. Mücadeleyi bıraktığınız, düşmanın gücünü yenilmez sandığınız gündür. İnandığınız değerlere olan güveninizin bittiği, geleceğe dair umudumuzun tükendiği gündür. Artık olmuyor diyerek düşmanınızın dostluğunu kazanma yoluna girdiğiniz gündür. İşte o gün dostlarınızın varlığından emin olarak onları yok saymaya başladığınız gündür. Yeni yöntemler denemeye, post-modern dünyanın kurallarına göre hareket etmeye başladığınız gün. Batıl zihniyetin sizi teslim almaya başladığı gün. İyi olduğunu zannettiğiniz bir döneme girdiğiniz gündür, sonu çıkmaz sokaklara çıkacak olan zamanların başladığı gün.

Bütün sorunlar işte bu mantığın çalışma felsefesi olarak kabul edildiği günlerde başladı. Büyük başarıların, tarihi zaferlerin insan takatinin tükenme noktasına kadar zorlandığı dönemlerden sonra geldiğini unutmuştunuz. Küçük menfaatleri kazanmaya başladığınızda güzel günlerin geleceğine inandınız, hâlbuki çok daha zor günlerin temellerini atıyordunuz. Kısa vadeli kazanımlar, uzun vadeli ve içinden çıkılması büyük kayıpların habercisiydi ama bunun farkında değildiniz. İstanbul’un fethinin yüzyıllar süren bir ısrarın, asla pes etmemenin, nebevi müjdeye olan inancın neticesinde geldiğini unuttunuz. Fetih güzelse hemen olsun, biz de görelim istediniz. Bellerine kadar kuma gömülen, başlarından ikiye ayrılan, demir taraklarla vücutları parçalanan, üzerlerine kızgın çöl kumlarında taş koyulan İslâm büyüklerinin inançları uğruna çektikleri işkenceleri unuttunuz. Kılınıza bile zarar gelmediği halde, inandığınız değerler üzerine uygulanan üç beş yasağı nice eza ve cefalarla bir tuttunuz. Acele ettiniz, hemen olsun istediniz, biz de görelim, biz yönetelim, bizim de olsun dediniz. Çok ama çok acele ettiniz, çok fazla şey istediniz ama hayırlısı olsun derken yüreğinizle diyemediniz.

Allah’ın rızasını ve sonsuz hayatı kazanmanın mutlak zafere ulaşmakla bir olduğu vehmine kapıldınız. Sefer yolunda atılmaması gereken tüm yanlış adımları attınız. Yeter ki zafer gelsin diye verdiğiniz sözlerden vazgeçtiniz. Realite dediniz, konjonktür dediniz, modern hayat, yeni dünya, strateji dediniz. Artık kazanıyoruz zannettiniz. Karşı çıkanları ahmaklıkla, gelenekçilikle, eski kafa olmakla suçladınız ve sonra…

Sonra bu günlere geldiniz. Andımızı konuşuyor, tartışıyorsunuz. İsmet İnönü’den, tek partili dönemden masallar anlatıyorsunuz ama işsizlik ne kadar olmuş, insanlar pazara çıkabiliyor mu, artık kaç aile çocuklarına et ya da kuruyemiş alabiliyor konuşamıyorsunuz. Pahalılık diyemiyor, sürekli fiyatlarda güncelleme yapıyorsunuz. Kredi kartı borçları, ödenmeyen çek ve senetler, iş yapamaz hale gelen mahkemeleri dile getiremiyorsunuz. Geçimsizlik, huzursuzluk, ahlâkî çöküntü, bunalıma giren kitleler, kamusal alandaki yönetim sorunları, eğitim sistemindeki problemler sadece televizyon programlarının reyting kaygılı tartışmalarının arasına sıkıştı kaldı. Mağdurları görmezden geliyor, yolsuzluklarla mücadele ediyormuş gibi yapıyor, rüşvete başka isimler takarak meşru hale getiriyorsunuz. Yandaşlık ve yalakalık üzerine kurulan sistemde hızla ve kaypak adımlarla devam ediyorsunuz. Dara düştükçe bir dış güçlere bir de CHP’ye vuruyorsunuz. Bazen sille tokat girişiyorsunuz.

Bütün bunların üzerine hâlâ meydanlarda, televizyon ekranlarında, bundan sonraki dönemin yeniden diriliş ve şahlanış dönemi olduğunu anlatıyorsunuz. Bir şeylerin düzeleceği zannı ile hayatınıza devam ediyorsunuz. Bırakın bir şeylerin düzelmesini, her şeyin daha da kötüye gittiğinin farkında bile değilsiniz. İşte bu sizin hikâyeniz.