İstanbul barut fıçısı gibi geriliyor, deprem alarmı çalıyor, uyarılar görmezden geliniyor

Abone Ol

İnsanı en çok sarsan şey bazen yeni bir haber değildir.
Tozlu bir arşiv torbasından çıkan, yıllar önce okunmuş ama zihnin bir köşesinde unutulmuş bir gazete sayfasıdır.

Günlerdir arşiv torbalarımı karıştırıyorum. Eski kupürler, notlar, yarım kalmış dosyalar…
Derken gözüme ilişti.
Bir Alman gazetesi.
Tarihi net: 11 Şubat 2023.
Gazete net: Münchener Merkur.

Manşet tek cümleydi ama bir şehir kadar ağırdı:

İSTANBUL BİR BARUT FIÇISI.

Okudum.
Sonra bir daha okudum.
Ve içimde rahatsız edici bir duygu belirdi:
Bunu ben nasıl unutmuşum?

Ama mesele benim unutmam değil.
Asıl mesele şu:
Biz bu ülkede uyarıları unutmayı alışkanlık hâline getirdik.

Almanlar yazıyorsa, mesele çoktan ciddidir

Bu haber bir magazin metni değildi.
Bir felaket tellallığı hiç değildi.

Bu; bilim insanlarının, mühendis odalarının ve teknik raporların soğukkanlı verilerine dayanan bir analizdi. Alman basını bağırmaz, slogan atmaz, duyguyla manşet kurmaz. Önce ölçer, sonra yazar. Çünkü yazdıkları sadece bugünü değil, yarını da bağlar.

Haberde şu uyarı yer alıyordu:

“Boğaziçi metropolünü önümüzdeki on yıllarda büyük bir deprem bekliyor.”

Ve bu uyarıyı yapan kişi sıradan biri değildi. Potsdam’daki Alman Jeobilimler Araştırma Merkezi’nden sismolog Marco Bohnhoff açıkça şunu söylüyordu:

“Büyüklüğü 7,4’e kadar varabilecek bir deprem beni şaşırtmaz.”

Bu cümle bir tahmin değil, bilimsel bir hesaplamanın sonucuydu.

Rakamlar konuşuyor, biz susuyoruz

Haberde İstanbul’un durumu rakamlarla ortaya konuyordu.
İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası’ndan Nusret Suna, şehirde yaklaşık 1,6 milyon binanın depreme dayanıklı olmadığını söylüyordu.
“Bu inanılmaz bir rakam” diyordu.

Türkiye, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından birinde yer alıyor. İstanbul gibi ülkenin en yoğun nüfuslu bölgesinde büyük bir deprem yaşanması sürpriz değil. Uzmanlara göre büyük bir depremin ortalama tekrar süresi yaklaşık 250 yıl. Son büyük İstanbul depremi 1766 yılında meydana geldi.

Yani risk yeni değil.
Yeni olan tek şey, ihmalin boyutu.

Fay kilitli, gerilim birikiyor

Haberde dikkat çekilen bir başka nokta da Marmara Denizi’nin altındaki fay hattıydı. Bölge, Kuzey Anadolu Fayı’nın bir parçası. Fay hattı İstanbul’un yaklaşık 20 kilometre güneyinden, Marmara Denizi’nin altından geçiyor. Ve bu bölüm 250 yılı aşkın süredir kırılmamış durumda.

Bilim insanlarına göre bu durum, büyük bir gerilimin biriktiğine işaret ediyor. Yani mesele “olur mu?” değil, “ne zaman?” meselesi.

Bu cümleleri biz kurmuyoruz.
Bunları Alman gazetesi yazıyor.

Biz seneler boyunca ne yaptık?

Peki biz bu süre boyunca ne yaptık?

İmar affını “çözüm” diye sunduk.
Denetimi kâğıt üzerinde bıraktık.
Bilim insanlarını dinlemek yerine müteahhitleri konuşturduk.
Beton ekonomisini büyüme sandık.
Riskten bahsedenleri “korku yayıyor” diye susturduk.

Sonra ne oldu?

6 Şubat 2023’te, Kahramanmaraş merkezli deprem bölgesinde on binlerce insanımızı toprağa verdik. O gün “asrın felaketi” dedik. O gün “bir daha asla” dedik.
Ama bugün gelinen noktada İstanbul için tablo değişmiş değil.
Aynı ihmal, aynı erteleme, aynı sessizlik.

Türkiye’yi İstanbul’a sığdırdık

Sanayiyi İstanbul’a topladık.
Finansı İstanbul’a bağladık.
Ulaşımı İstanbul’a kilitledik.
Nüfusu İstanbul’a yığdık.
Yatırımı İstanbul’a hapsettik.

Bunu bilerek mi yaptık, bilmeden mi?
Bilinçli mi davrandık, bilgisizce mi?
Tarih karar verecek.

Ama sonuç ortada:
İstanbul çökerse, Türkiye felç olur.
Ve bir daha doğrulması kolay olmaz.

Sormadan geçemem: Her şey sadece “doğal” mı?

“Yapay deprem yapılabilir mi?”
Bu soruya kesin cevap verecek bir uzman değilim. Aklım da ermez.

Ama şunu da inkâr edemem:
Olanak dışı değildir.

Bu bir itham değil; bir sorgulamadır.
Bugün teknoloji yer altını izleyebiliyor, basınçları ölçebiliyor, fay hatlarını anbean takip edebiliyor. Büyük güçlerin büyük şehirler üzerinde büyük hesaplar yaptığı bir dünyada yaşıyoruz.

İstanbul dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir şehirken, aşırı merkezileştirilmiş bir ülkenin en zayıf halkası hâline gelmiştir. Risk yalnızca fay hattı değildir; asıl risk, yıllardır süren ihmalkârlık ve rant düzenidir.

Bugün İstanbul’a yüklenen her yeni sanayi alanı, her yeni finans merkezi, her yeni nüfus dalgası; depreme karşı alınmayan her önlemin üstüne bir kat daha bindirmektir. Anadolu’nun üretim gücünü dağıtmak yerine İstanbul’u büyütmek, riskleri paylaşmak yerine tek noktada biriktirmek demektir.

Bu tercih sadece şehir planlaması hatası değildir; ulusal güvenlik zaafıdır.
Çünkü İstanbul’un kilitlenmesi, Türkiye’nin nefesinin kesilmesi anlamına gelir.

“Bilmiyorduk” deme devri bitmiştir

11 Şubat 2023’te yayımlanan bu Alman gazete haberi bir öngörü değil, açık bir uyarıdır. Bu uyarıdan sonra geçen her gün, alınmayan her tedbir ağırlaşan bir sorumluluktur.

Rapor vardı.
Bilgi vardı.
Uyarı vardı.

Eksik olan tek şey iradeydi.

Son çağrı

6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli deprem bölgesinde yaşanan felaket hâlâ hafızalardayken, İstanbul için yapılan bu uyarıları görmezden gelmek artık basit bir hata değil, tarih önünde ağır bir sorumluluktur. Bugün harekete geçmeyenler, yarın enkaz başında konuşma yapma hakkına da, kader demeye de, gözyaşı dökmeye de sahip değildir. İstanbul için zaman daralıyor; saat işliyor ve bu kez mazeretleri değil, kararları yazacak bir tarih geliyor.

İstanbul yıkılırsa bu bir kader değil; göz göre göre merkezileştirilmiş bir ülkenin biriktirdiği ihmallerin sonucudur.