İsrail’in Balkan politikası yakından takip edilmeli

Abone Ol

Kurulduğu günden bu yana Siyonist İsrail yönetiminin, çevresindeki bölge ülkelerini “karıştırarak yönetme” stratejisi uyguladığı kamuoyunun malumudur.

David Ben Gurion’un Çevre Doktrini olarak bilinen bu politikayla İsrail, çatışmaları çevreye yayarak bir yandan güçlü bölgesel aktörleri terör örgütleri aracılığıyla meşgul ederken diğer yandan da yapay sınırlarını güvende tutma politikası gütmektedir.

Bununla birlikte İsrail’in bölge ülkelerdeki azınlıkları müttefik konumuna getirmek için yoğun diplomatik ve istihbari faaliyetler yürüttüğü de bilinmektedir.

Örneğin son aylarda aşikâr olduğu şekliyle İsrail’in Suriye’de Dürziler üzerinden istikrarı bozma girişimleri bunun bir yansıması olarak okunmalıdır.

Haddizatında dini azınlık statüsünde bir grup olan Dürzileri Araplardan ayrı etnik bir grup statüsüne çevirerek hem Dürzileri Suriye toplumundan koparmaya hem de kendisine bağımlı hale getirmeye çalışmaktadır.

Ancak Siyonist zihniyet, bu stratejiyi yalnızca Orta Doğu’da yürütmemektedir.

Bu yüzden İsrail ile gerçek bir mücadele için Siyonist şebekenin, diplomatik kanallar aracılığıyla Asya ve Avrupa’ya uzanan planlarının yakından takip edilmesi ve aksi yönde bir politika seferberliğiyle bu planların önüne geçilmelidir.

Önümüzdeki kısa ve orta vade projeksiyonlarında iktisadi ve politik dengelerin Asya’ya doğru kayma potansiyelinin görülmesiyle birlikte İsrail’in son yıllarda Asya’ya bakan tarafta Endonezya ve Hindistan ile kurduğu yakın ilişki, bu yönüyle önemli bir örneklik teşkil etmektedir. 

Benzer şekilde İsrail’in Balkanlar’da uyguladığı stratejinin de yakından takip edilmesi önem arz etmektedir. Balkanlar’ın Türkiye açısından taşıdığı stratejik, tarihi ve kültürel önem göz önüne alındığında, bu konu ülkemiz için çok daha büyük bir anlam ve ehemmiyet kazanmaktadır.

İsrail, özellikle 7 Ekim sonrasında kaybettiği imajını güçlendirmek adına, son yıllarda Balkan siyasetinde daha aktif bir süreç yürütmeye başlamıştır. 2024’ün son çeyreğinde Sırbistan ve Arnavutluk’a yapılan ziyaretler, bu kapsamda değerlendirilebilir.

Ayrıca Arnavutluk’ta bir “Bektaşi Devleti” kurma girişimlerinin de İsrail’in Balkanlar’daki Müslüman nüfusu politik ve kültürel olarak parçalama stratejisinin bir uzantısı olabileceği düşünülmektedir.

Anlaşıldığı kadarıyla İsrail, Suriye’de yürüttüğü Dürzi politikasının bir benzerini Bektaşiler üzerinden Balkanlar’da yaygınlaştırma arayışına girmektedir.

Öte yandan, İsrail’in Balkanlar’daki hamlesinin, Kıbrıs ve Yunanistan üzerindeki etkisini artırarak Doğu Akdeniz’de üstünlük kurma hedefinden bağımsız olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır.

İsrail bir yandan Akdeniz’de kendisine koridor oluştururken diğer yandan da bu koridorun Avrupa ile bağlantısını sağlayacak olan Balkanlar’da müttefiklerini artırma gayretine girmektedir.

Soğuk Savaş döneminde Yugoslavya ve Arnavutluk’un Filistin’e verdiği destek halen hafızalardadır. Yaser Arafat ile ideolojik yakınlığın da etkisiyle Balkanlar, İsrail’e karşı mesafeli tutumunu uzun yıllar sürdürmüştür.

Ancak Yugoslavya’nın dağılması ve ABD’nin bölgede etkisini artırmasıyla İsrail açısından da elverişli bir zemin ortaya çıkmıştır.

O günden bu yana İsrail, kurduğu açık-gizli ittifaklarla Balkanlar’daki etki alanını her geçen gün artırmaktadır.

Son yıllarda gündeme gelen Kosova-İsrail ilişkileri, bu etki alanının artışına işaret etmektedir. İsrail’in Kosova’yı tanıması, bunun karşılığında Kosova’nın elçiliğini Kudüs’te açarak İsrail’i tanıması sonrası ilişkiler artarak devam etmektedir.

Buna karşılık Filistin’i temsil eden Mahmud Abbas yönetiminin Balkan politikasını halen sosyalist çerçevede Soğuk Savaş refleksleriyle yönetmesi, bundan ötürü stratejisini güncelleştirmemesi İsrail’in işini kolaylaştırmaktadır.

Ancak bu mesele yalnızca Filistin’i ilgilendiren bir konu olarak görülmemelidir. İsrail’in Akdeniz ve Balkanlar’da yürüttüğü bu bütünleşik politikanın önemli bir hedefi de Türkiye’nin bölgesel nüfuzunu sınırlandırmaktır.

Zira İsrail’in ABD himayesinde yürüttüğü politikalar, Balkanlar’da kimlik temelli sorunları her geçen gün derinleştirirken, bölgenin istikrarsızlaşmasına da zemin hazırlamaktadır.

Rekabet içinde olan Sırbistan ve Arnavutluk’un İsrail ile ilişkilerde benzer bir tutum sergilemeleri, sanılanın aksine, Balkanlar’ı daha da zayıf ve kırılgan bir hale getirme potansiyeline sahiptir.

İsrail ile normalleşme yarışına girmelerine rağmen istikrara kavuşamayan Orta Doğu ülkeleri, Balkanlar’ın geleceğini öngörmek açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir.

Balkanlar’ın huzur ve istikrarı için İsrail’in bölgedeki nüfuzunun kırılması, Türkiye’nin oynayacağı aktif rol ile mümkün olacaktır. Ancak bunun için yalnızca diplomatik kanallar değil, kültürden sanata, eğitimden spora, sanayiden teknolojiye planlı iş birliklerine ihtiyaç duyulmaktadır.