İsrailin bölgede Türkiye gibi bir ülkeye ihtiyacı vardır. Bizim de İsrail e ihtiyacımızın olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu, bölgenin bir gerçeğidir. Karşılıklı samimiyet çerçevesinde bu adımları atmayı başarabilirsek, normalleşme de beraberinde gelir.
Yanlış okumadınız evet, yukarıdaki cümleler seçim
meydanlarında ya da açılış mitinglerinde İsrail ve Batı karşıtı sloganları
dilinden düşürmeyen ve bu sayede yıllardır seçim üzerine seçim kazanan
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan a ait.
Biz henüz hükümetimizin Siyonist rejimle dost olduğu
gerçeğine bile alışamamışken, geçtiğimiz hafta ülkemizin bir numaralı temsil
makamından bir de İsrail le Türkiye nin birbirine ihtiyacı olduğu açıklaması
geldi.
Acaba hangisi daha dramatikti
İsrail le dost olmak mı daha acıydı, yoksa İsrail e
muhtaç olmak mı daha yakıcıydı
Biz henüz birinci darbeyi atlatamamışken, bu sefer de
devletimizin en yetkili ağzı hepimizi sersemletecek derecede sözler sarf
etmişti.
Acaba Siyonist rejimi tarif etmeye gerek var mıydı
Sultan İkinci Abdülhamit in birkaç defa huzurundan
kovduğu Theodor Herzl in resmini büyük bir gururla Knesset meclisine asan,
nihai hedefi ülkemizin de içinde olduğu Nil den Fırat a kadar bütün bir İslam
coğrafyasını işgal etmek olan bozguncu zihniyet yeterince tanınmıyor muydu
1930 lu yıllarda Irgun, Hagana ve Stern gibi terör
örgütleriyle Filistin de büyük katliamlara girişerek bölgeyi boşaltan, İkinci
Dünya Savaşı nın ardından da başta Amerika olmak üzere Batılı müttefiklerinin
desteğiyle işgal rejimini kuran İsrail e güvenilmemesi gerektiği bilinmiyor
muydu
Tarihi boyunca kanla yoğrulan, kadın, çocuk, yaşlı
demeden Müslüman Filistin halkının canını alan, evlerini yıkan, yağma üzerine
yağma yapan, tünellerle ilk kıblemiz Mescid-i Aksâ nın altını oyan, bu da
yetmiyormuş gibi her istediğinde Aksâ yı kirli postallarıyla çiğneyen Siyonist
rejim gerçeği unutulmuş muydu
Bu soruların cevaplarını bulabilmek için isterseniz biraz
geçmişe gidelim ve Türk hükümeti ile Siyonist rejim arasındaki ilişkinin son
yıllardaki seyrini şöyle bir hatırlayalım.
Önce Davos
Aslına bakarsanız 2009 yılına gelinene kadar AKP Hükümeti
ile Siyonist rejim arasındaki ilişki gayet ılımandı.
İki ülkenin yetkilileri sık sık birbirlerini ziyaret
ediyor, ticaretten savunma sanayisine kadar her alanda işbirliğine gidiliyordu.
Hatta Türkiye Başbakanı bu bahar havasının sürdüğü
yıllarda kendisine, Biz Gazze ye tank üzerinde girdiğimiz zaman ayrı bir
mutluluk hissediyoruz diyen iki ayrı İsrail Başbakanı na tepki bile
göstermemişti.
Ya da kapalı kapılar ardında göstermişse bile bizim
bundan haberimiz olmamıştı.
Çünkü görüşmelerin ardından düzenlenen basın
toplantılarında liderler dünya medyasına gülücükler saçmayı ihmal
etmiyordu.
Ta ki 2009 belediye seçimlerinden hemen önce tertip
edilen Davos gösterisine kadar ilişkiler bu seyirde sürüp gitti.
Gösteriden yarım saat sonra basın toplantısında
moderatöre tepki verildiği söylense de, sadece ülkemiz değil, bütün bir Arap
coğrafyası da One Minute endüstrisine teslim edildi. Artık başta Filistin olmak
üzere İslâm âleminin her köşesinde Türk bayrakları dalgalanıyor ve tabii olarak
bu durum hepimizin göğsünü kabartıyordu.
Oysa Davos ta öldürmeyi çok iyi bildiği söylenen Şimon
Perez, henüz bir buçuk yıl evvel yüce meclisimizde aynı AKP elitleri tarafından
çılgınca alkışlanmıştı.
Ardından Mavi Marmara
Davos gösterisinin hemen ardından Mavi Marmara faciası
yaşandı.
2010 Mayıs ının sonlarına doğru Akdeniz e açılan yardım
konvoyu, büyük çoğunluğu Türk vatandaşı olan ve tamamı silahsız aktivistlerden
oluşan gönüllüleri taşıyordu.
Konvoyun tek amacı, gönüllülerle birlikte insani yardım
malzemelerini de mazlumlara ulaştırmak ve İsrail in Gazze ye uyguladığı ölümcül
ablukasını delmekti.
Gönüllülerin eylemi barışçıldı, fakat İsrail ise
bildiğimiz İsrail di.
Yardım konvoyunun hiçbir saldırıya uğramadan öylece
Gazze ye geçip gitmesi düşünülemezdi, düşünülmemeliydi.
Türkiye Cumhuriyeti nin tarihindeki en önemli
krizlerinden birine doğru sürükleneceği, Türk vatandaşlarının uluslararası
sularda saldırıya uğrayacağı açıktı.
O günlerde Siyonist rejimi iyi tanıyan isimler uyarı
üzerine uyarı yapıyor ve konvoya mutlaka savaş gemilerinin de eşlik etmesini
istiyordu.
Fakat uyarılar göz ardı edildi.
Hatta dönemin Başbakanı facianın yaklaştığı günlerde
Dışişleri Bakanı nı da yanına alarak Güney Amerika turuna çıkıyor, Rio De
Jenerio daki meşhur Hazreti İsa heykelinin önünde, İsrail in yardım konvoyunun
geçişine izin vereceğine inandığını söylüyordu.
Konvoy Akdeniz sularında ilerlerken yurtdışı ziyaretine
çıkan bir başka önemli isim ise Genelkurmay Başkanı ydı.
Saldırıdan iki gün önce Türk ordusunun başı da Mısır a
gidiyor ve ülke tam anlamıyla bir vekâlet yönetimine devrediliyordu.
Türk yetkililer yurt dışı ziyaretlerde olacakları
beklerken, 30 Mayıs gecesi geldi çattı ve İsrail tam da kendisi gibi davranarak
bütün dünyanın gözü önünde Mavi Marmara konvoyuna ağır silahlarla saldırdı.
Saldırıda hepsi Türk vatandaşı olan 9 gönüllü şehit
edildi.
Baskında ağır yaralanan ve aylarca yoğun bakımda
kaldıktan sonra hakka yürüyen Uğur Süleyman Söylemez ile birlikte şehit sayısı
daha sonra 10 a yükselecekti.
Başta Mavi Marmara olmak üzere konvoydaki tüm gemiler ise
yolcuları ve yardım malzemeleri ile birlikte rehin alınacak ve İsrail in Aşdod
Limanı na çekilecekti.
Aynı gece PKK tarafından İskenderun Deniz
Komutanlığı ndaki askeri birliğe düzenlenen roketli saldırıda da 7 askerimiz
şehit oldu.
Saldırının günü ve yeri düşünüldüğünde, aslında bu eylem
de İsrail in PKK eliyle Türkiye ye verdiği bir başka cevap anlamına geliyordu.
Ertesi sabah Başbakanlığa vekâlet eden ismin ilk
açıklaması ise, Kimse bizden İsrail le savaşmamızı beklemesin şeklinde
olmuştu.
30 Mayıs gecesi Akdeniz sularında ve İskenderun da
yaşananların ardından, Başbakan Güney Amerika gezisini yarıda kesti ve
Türkiye ye doğru hareket etti.
Başbakan la birlikte gezide olan Dışişleri Bakanı ise,
Güney Amerika dan Kuzey Amerika ya geçerek BM temsilcilerini toplantıya
çağırdı.
Fakat Mavi Marmara konulu BM oturumunun da, tıpkı
geçmişte onlarca kez yaşandığı gibi Siyonist rejimin devlet terörü karşısında
hiçbir yaptırımı olmadı.
Dönemin Başbakanı neredeyse bir gün süren yolculuğunun
ardından başkente geldi ve facianın iki gün sonrasında partisinin grup
toplantısına katılarak Türkiye nin dostluğunun kıymetli olduğunu, düşmanlığının
ise şiddetli olacağını söyledi.
Başbakan düşmanlığın şiddetli olacağını söylüyordu ancak
aradan geçen altı yılda İsrail ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi büyüdükçe
büyüdü.
Hatta Siyonist rejimin Başbakanı geçtiğimiz aylarda
yaptığı açıklamada, Türkiye ile ticaretimiz şaşılacak derecede iyi gidiyor
diyordu.
Türk hükümetinin İsrail le normalleşme için öne sürdüğü
şartlardan biri de resmi olarak özür dilenmesiydi.
2013 Mart ında Tel Aviv i ziyaret eden Amerikan Başkanı
Obama, İsrail Başbakanı nın yanında dönemin Türkiye Başbakanı nı aradı ve
telefonu İsrail Başbakanı na verdi.
Artık iki Başbakan arasında nasıl bir konuşma geçtiyse,
hiçbir resmi evraka dayanmamasına rağmen özür işi de Obama sayesinde
halledilmiş oldu.
Mavi Marmara gönüllüleri ve yakınlarını kaybeden aileler,
saldırıdan tam iki yıl sonra katliam emrini veren İsrailli yetkililer hakkında
iç hukuka başvurarak dava açtı ve mahkeme tarafından söz konusu yetkililerin
tamamı hakkında kırmızı bülten kararı çıkarıldı.
Fakat 2014 Mayısında çıkarılan kırmızı bülten kararı,
Türk hükümeti tarafından ne hikmetse İnterpol e gönderilmedi.
Gönüllüler ve aileler hâlâ her fırsatta kameraların önüne
geçiyorlar ve hükümete kırmızı bültenlerin gönderilmesi çağrısı yapıyorlar ama
maalesef duyan yok.
Şimdi Siyonist rejimle ülkemiz arasında yaşanan ve
şehitler dahi verdiğimiz son yedi yıllık süreci kısaca hatırlattıktan sonra,
şiddetli düşmanlığı falan boş verin, her meselede reel politik yapan bir
ülkenin vatandaşı olarak izninizle soruyorum;
Siz sürekli can alan taraf olmasına rağmen, İsrailli
herhangi bir üst düzey yetkilinin dünyanın işiteceği şekilde, Bizim Türkiye ye
ihtiyacımız var dediğini duydunuz mu
Hayır duymadınız, asla da duyamazsınız.
Neden duyamazsınız onu da söyleyeyim;
Çünkü Siyonist rejimi yönetenler, ağızlarından çıkan
sözlere dikkat ediyorlar.
Herhangi bir görüşme masasına oturduklarında, Zaten
bizim size ihtiyacımız vardı diyerek pazarlığa yenik başlamıyorlar.
Çünkü Siyonist rejimi yönetenler, 70 yıldır coğrafyamızda
terör estirmelerine rağmen, sapkın zihniyetlerinden asla taviz vermiyorlar.
Çünkü Siyonist rejimi yönetenler, asla kazan kazan oyunu
oynamıyorlar.
Tam aksine İslâm âlemini ateş çemberine çevirmeyi, İslâm
ülkeleri arasında mezhep savaşı çıkarmayı, daima kazanmayı, hep kazanmayı,
sürekli kazanmayı hesap ediyorlar.
Bilmem anlatabiliyor muyum efendim