İslamafobia forever II

Abone Ol

İslamofobia. Bu kavram temelde Batının politik bir tehdit olarak gördüğü İslamdan ve Müslüman toplumlardan endişe duyması mıdır yoksa Avrupalıların zihninde var olan bir korku değil de, kurumlar ve medya tarafından kullanılan politik bir araç mıdır sorusu üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir nokta. Psikolojide herhangi bir korku bir hastalığa neden oluyorsa önce o korkunun nedeni tespit edilir sonrasında ise korkuyu oluşturan unsurlar bertaraf edilmek suretiyle tedaviye gidilir. Gelinen noktada, Batının en temel sorunlarından biri olan İslamofibia sorun ise, yukarıda da dikkat çektiğimiz çerçevede, bazı kurumlar ve medya tarafından sürekli olarak alevlendiriliyor demek mümkün. Yani Batı toplumları İslamı tanıyarak bir korku içine girmiş değil. Medya gibi bazı vasıtalar eliyle endişeleri körükleniyor. Tabii burada faturayı sadece medyaya kesmek doğru değil. Batı okuryazar takımının ve taassup içindeki kalemşörlerinin bunda emeği büyük.

İşin ikinci boyutu ise Müslümanlarla alâkalı olanı. Zira tarihini 15. yüzyıla kadar götürebileceğimiz, bugün ise iyiden iyiye ayyuka çıkan İslam karşıtı eylemlere Batı toplumu içinde yaşayan Müslümanlar başta olmak üzere sair İslam ülkeleri yeterli yanıtı veremedi. Örneğin Musa Peygamberle alay edilirken yahut İsa Peygamber bazı komedi filmlerinin alay sofralarında meze olurken Müslümanlar, "Durun bir dakika sizin alaya aldığınız bu insanlar İslamın peygamberleridir. Onlar bizim önderlerimizdir. Müjdecilerimizdir" demediler. Hal böyle olunca da iş Muhammed Aleyhisselama kadar dayandı. Ve İslam toplumları infiale kapıldı. Ama giderek duyarlılıklarımızı kaybettiğimiz bir çağda oluşumuzu resmeden bu tablo bize birçok şeyi anlatıyor gibi.

Kendi peygamberleriyle, kutsallarıyla alay eden bir çağda yaşıyoruz. Kuran-ı Kerimde söz edilen "Onlar peygamberleriyle alay ettiler, öldürdüler" kabilinde ayetler bugün elbette geçerli.

Geçtiğimiz günlerde söyleştiğimiz sosyolog yazar Abdurrahman Arslan da bu konuya dikkat çekiyor. Protestanlığın içinden doğan modernizmin kutsalı neredeyse birey hedonizmine indirgeyen, yani alabildiğine egoist bir ruh haline bürünen Batı insanı için bir anlam ifade etmeyen "mukaddes değerlerin" anacak alay konusu olabileceğine dikkat çekiyor. Zira modernizm kendine göre yeni bir inanç peyda etmiş durumda. Tüketim alışkanlıkları sürekli yukarıya doğru tırmanan, "özel hayatına" yapılacak en küçük bir müdahaleyi hayatına darbe olarak addeden modern birey hemen her şeyi ifade edebilme "özgürlüğüne" sahip olmayı yaşamın merkezine koymuş durumda. Konuya ilişkin işin siyasi boyutuna girmeden sadece şunu ifade etmekle yetineceğim. Modernizmin sözü geçen hakaretamiz halleri devlet organları eliyle desteklenmeyen bir şey değil. Rasmussenin karikatür krizi sonrası ettiği kakırdı, ve Teacherin Sovyetlerin çöküşü sonrasında yaptığı, "Düşmansız yaşayamayız, yeni düşmanımız İslamdır" mealindeki ünlü konuşması meselenin esasen birey ya da toplum boyutuna indirgenmeyecek kadar büyük olduğunu gözler önüne seriyor.

İslamfobia iki temel unsur üzerine bina ediliyor. Bunlardan ilki İslamın en önemli rükünlerinden biri olan cihat ikincisi de İslamın kadına bakışı. Modenizmin Protestan gelenekten hareketle laisizmi de ihdas ederek dini salt vicdanlara ya da hanelere hapsetmesine karşın İslamın toplumsal yönünü ifade eden cihat, Batı için büyük bir tehdit olarak algılanıyor. Cihat tüm yönleriyle ele alınmıyor, işin sadece kılıç kalkan safhası Batı insanının gündeminde tutularak bu "fobia" besleniyor. Sonuçta İslam terörizm olarak servis ediliyor. Cihat motivasyonu ile ardında çil çil kubbeler bırakan ordular, adaleti temin eden üst yapılar, ve yine cihat motivasyonu ile koca bir Batının öğrendiği ayı byi ikame eden ekoller ve insanlar kimseciklerin gündeminde yok.

Salt Batı düşmanlığı ile herhangi bir eleştiri getirmek makul sonuçlar vermez elbette. Buna mukabil, inançlara bakışı ve düşmanlığı besleyen Haçlı kafasına karşı bizim ne söyleyeceğimiz ne yapacağımız bizi daha çok ilgilendirmeli. Yazarlarımız, entelektüellerimiz İslam dünyası olarak en büyük yenilgilerimizden biri olan "kavram yenilgisini" yeniden okumalı evvela aynı düzlemden üretimlerde bulunmalıyız. Bu noktada da ciddi bir metodoloji sorunu yaşayan İslam dünyası bu meseleyi ciddiye alarak ise kadim "usullerimizin" ihyası ile başlayabiliriz. Kaldı ki Batının metodolojisi ile verilecek cevaplar yine Batı paradigması içinde kalacak ve herhangi bir sonuç vermeyecektir. Vesselam...