Ayasofya, Fethin sembolü, Peygamber Efendimizin hadis-i şerif ile müjdelediği komutanın ve fethin nişanesidir. Ayasofya medeniyetimizin mührü, milli özümüze bağlılığımızın ve bağımsızlığımızın göstergesidir. Ayasofya, sadece taş yığınlarından ortaya çıkmış bir mekân değildir. İnanmışlığın, İslam’ın temelinin ruh-i mücerretidir.
İstanbul’un Fethi’nin ilk işareti Hendek Harbi’nde müjdelenmiştir. Hendek Muharebesi’nde Medine-i Münevvere’nin etrafında büyük hendekler kazılırken Ashab-ı Kiram kumların arasında büyük bir taşa rastlar. Bu taşı kimse yerinden oynatamamıştır. Peygamber Efendimize (S.A.V.) haber verirler. Resulullah Efendimiz, bu taşın üzerine vurunca taş paramparça olmuş ve kimsenin yerinden oynatamadığı bu taştan üç tane taş fırlamıştır. Resulullah (S.A.V.) buyurdular: “Bu taşlardan birisi yarın İran’ın fethini müjdeliyor. Bir diğeri İstanbul`un Fethini müjdeliyor. Öbürü de Mısır’ın Fethini müjdeliyor.”
“İstanbul elbet feth olunacaktır. O`nu fetheden emir (komutan) ne güzel emir, O`nu fetheden asker ne güzel askerdir.” (Hanbel-Müsned) Bu hadis-i şerif sekiz buçuk asır önce İstanbul’un fethedileceğini bildirmiş.
İlk yapımını 360 yılında Konstantine’nin oğluna vasiyeti ile yapılmış olan Ayasofya birkaç kez yıkılma ve yağmalanma dönemine girmiştir. O dönemin en görkemli mabetlerinden biri olacak olan Ayasofya çeşitli ülkelerden getirilen değerli mermer ve sütunlarla yapılıp Hz. Süleyman’ın mabedi kadar görkemli hale getirilmişti. Fakat istilalardan dolayı harap ve bitap düşmüştü. Bu karanlık süreç içerisinde iki yüz yıllık mahzunlu bir bekleyiş yaşamıştı.
Yıl 1453’te yetmiş parçalık donanma ile karadan denize gemilerini sürerek Haliç’e inmişti şanlı ordu ve komutan. Bu, iman oldukça imkânında var olacağının nişanesi olmaktan başka bir şey değildi. Ve feth olununca İslam’ın kollarına bırakıvermişti Ayasofya kendini.
Fatih Sultan Mehmet, şehre girer girmez ilk namazını kılmak üzere Ayasofya’nın önüne gelmiş, Ayasofya’ya koşuşan halk, şehrin düştüğü gün Ayasofya’yı ağzına kadar doldurmuştu. Mekâna girdiği anda Ayasofya’nın büyüleyici atmosferi Sultan Fatih’i etkilemiştir. Karşısında eğilen kalabalığın önünde bulunan eski Ortodoks patriğine ve etrafındaki halka; “Kalkınız! Ben Sultan Mehmet; sana, emsallerine ve bütün halka söylüyorum ki; bu günden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız!” diye hitapta bulundu.
Sonra da, can ve mal korkusu taşıyan Hristiyan halkın hayatına dokunulmaması için; bütün sanat ve ticaret erbabı ile halkın, din ve mezhep yönünden hür olduklarını ilân eden bir ferman yayınlattı.
Fatih Sultan Mehmet, Bizans’ın en büyük şaheserlerinden biri olan bu muhteşem mabedin, Cuma gününe kadar derhâl camiye dönüştürülmesini emretmişti.
Sultan Fatih, daha sonra ilk Cuma namazını fethin manevi Fatih’i Akşemsettin Hz.’nin imam olması ile şanlı ordusu ile burada kılmışlardır. Hatta Sultan Fatih ibadethaneye öylesine hayran kalmıştır ki buraya yüklü bir bedel ödeyerek tapusunu üzerine geçirir. Daha sonra bir vakıf kurarak burayı vakfeder ve Ayasofya’nın kıyamete kadar ibadethane olması için bir de vasiyet bırakır. İşte o vasiyetten bir bölüm:
“Benim bu mabedim, dünya durdukça cami olarak kalacaktır. Her kim benim bu mabedimi camilikten çıkarıp başka bir şeye çevirirse; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun!”
Ne yazık ki Ayasofya, 918 yıl kilise, 481 yıl cami olarak kullanıldıktan sonra 1930-35 yılları arasında sözde restorasyon çalışmaları nedeniyle halka kapatıldıktan itibaren müze haline getirilmiştir.
Ayasofya’ya ruhumuz kabzedilmiş değil. O, fethin sembolü olmakla beraber ünsiyeti kurulmuş bir tarih, İslam sancağının yüksek bir burcudur.
Ayasofya, İslam Âlemi açısından evvela onun kiliseden camiye çevrilmesi tam anlamı ile Yeniçağı açıp kapatan bir olay olmuştur. Diğer taraftan Fatih tarafından verilen Fethiye Camii adıyla fethin sembolü haline gelmiştir. En önemlisi de Hristiyanlığın İslamiyet’e teslimini sembolize eden bir olaydır.
İstanbul, İslam’ın baş şehri, Ayasofya İstanbul’un tacıdır. Hakk’ın batıla karşı galebesidir. Cihetini Beytullah’a dönmüş bir yapıdır. Birinci cihan harbinden sonra İstanbul işgal edilmişken Ayasofya işgal edilememiştir.
Bizim geleneğimizde ve anlayışımızda taşlar ve tüm cansız nesneler konuşur. Çünkü biz Allah’ın (c.c.) “(…) Kalpleriniz yine katılaştı. Adeta taş gibi oldu, hatta ondan daha katı bir hal aldı. Taşlardan öyleleri vardır ki, arasından ırmaklar fışkırır. Yine öyleleri vardır ki, yarılır ve içinden su çıkar. Yine onlardan Allah korkusundan yuvarlananlar vardır.” (Bakara-74) emrine iman eden ve ataların bu ve benzeri ayetlerle hadisler daha rahat anlaşılması için “yerin kulağı var” düsturunu başımıza tac eden bir ümmetiz.
Elbette taş da konuşur ve Rabbini zikreder! Ama biz anlayamayız. Ayasofya’da sadece taşların üst üste, sütun halinde dizilmiş soğuk ve sıradan bir sembol değil, fetihlere tanık olmuş ruh taşıyan bir yapıdır.
“Ateşler harlanırken “İBRAHİM” olmaktan mı vazgeçelim
Kudüs kana bulanırken “SELAHATTİN” olmaktan mı vazgeçelim
Ayasofya ezana hasretken “FATİH” olmaktan mı vazgeçelim
İnsanlık köleleştirilirken “ERBAKAN” olmaktan mı vazgeçelim” dizeleri aklımıza geliyor...