Işıklar’da inecek var!

Abone Ol

“Yanıyor mu yeşil köşkün lambası yar,

Hiç bitmiyor şu gönlümün kavgası yar.”

Hüzzam makamının aksak usülundeki bu İstanbul türküsünü, AYM’de ışıkların yandığı tweetine tepkileri görünce hatırlamıştım ama, bir de baktım ki kimler neler neler hatırlamışlar.

En yandaş, en “malzeme” gazeteden gireceğim mevzuya.

“Sabah ile sabah ile” türküsünü, önemine binaen “tweet gelir tabak ile” eklentisiyle söylemek  değil maksadım. Daha teferruatlı yazmış o gazetenin katipleri.

Hani atı alan Üsküdar’ı geçmişti ya. İşte bu katipler de Üsküdar’da mendil bulmuşlardı. Bugün ise buldukları bir tweet.

Konu bilinendir. Hepsi önce bir özet geçmişler yazılarına başlarken. Biz de gelecek on yılların araştırmacılarına kolaylık olsun diye tekrarlayalım.

“ Anayasa Mahkemesi’nin ışıkları yanıyor” şeklindeki mesaj eski Genelkurmay’ın ışıklarını akla getirdi.”

En akilleri, İsmet Paşa’nın Ankara valisinin çocuğu, Özal’ı da evinde misafir etmiş ünlü yazar, sözü edilen tweetin başka bir görev yüklenmesini, başka manalar içermesini böyle önlemek istemiş okuyucuları düşünme eylemine geçerse ihtimali aklına düştüğünde.

Çünkü, yandaş tanımlı gazetesinin desteklediği ittifak partisinin son toplantısında konuşulan “Parti tabanının aklını karıştıran yorum ve beyanların bulaşıcı etkisi olduğu...” yorumunda mutlaka bir emeği, bir yol göstermesi vardır.

Sormak gerek.

“Anayasa Mahkemesi’nin ışıkları yanıyor” tweeti neden sizin aklınıza eski Genelkurmay’ı getiriyor?

Sebebi ihtilal korkunuz olamaz! Yoksa o günleri çok özlüyor ve bir türlü aklınızdan çıkaramıyor musunuz?

“Eski Genelkurmay” dediğinizin o günlerinde, yani orada ışıklar yanarken siz neredeydiniz ve ne yaptınız? Endişeli yazar rolünüzü öne çıkararak, seçimle gelmiş bir hükümetin, Refahyol’un 28 Şubat’ta kurban edilmesi için alkış mı tutmuştunuz? Zira kartel patronu sıfatlı işvereninizin koltuğunuzun altına verdiği dosyalarla Bakanlıklarda dolaştığınızı görenler ve köşelerinde yazanlar var.

Bizzat sayın Cumhurbaşkanı’nca atanmış bir AYM üyesinin bahis mevzuu edilen tweetini “Ortaya koyduğu eylem, tek kelimeyle meydan okumaktır” yorumuyla provokatörlüğünü tescillendiren amele katibi es geçerek en ağır ağbi kalemcisine varacağız malzeme gazetenin.

“Fotoğraflı tweet yeterli değil,

Müzik ile takviye edilmeli.”

Böyle diyor, 28 Şubat’ı en önce ben yazdım, övüncünü yıllardır pazarlayan yavuz bir donatıcı.

İhtilallerin Hasan Mutlucan türküleriyle geldiğine en yakın şahitlerden olduğundan, bizim gibi yeşil köşklerde yanan lamba hasreti olmaz.

Bir stadyumda bir gece vakti Güven Erkaya tarafından bulunan ve 28 Şubat MGK’sında hükümete karşı eylemde olacakları anlatılan ve ertesi günü gazetesinde yazması sağlanan ünlü gazetecimiz, “neden ben” sorusunu sormamasının ötesinde, Menderes’in son gece yaşadıklarını hatırlatarak “Demokrat” bir duruş sergilememişliği de kayıtlardadır.

İşte o Menderes cümlesi şöyledir:

“Şayet Türk milletinin olgunluğuna ve demokrasinin faziletine inanmakta isek, iktidara gelmenin ve iktidardan gitmenin, seçimden başka bir yolu olmadığını kabul etmemiz lazım.”

Hal böyle iken...

28 Şubat’ta asker, yargıyı brifinge davet eder. Genelkurmay karargahına...

Adalet Bakanı Şevket Kazan, yargı mensuplarına “Gitmeyin” der.

Ankara Cumhuriyet Başsavcısı “Brifinge katılmanın suç olduğunu” söyler.

Brifinge 400 hakim ve savcı kişi katılır. Sona erdiğinde...

Alkışlar, alkışlar, alkışlar... Kartel tv’lerinde günlerce gösterilen cübbeliler ayakta alkışlar, alkışlar...

Netice: O gün Türkiye, bugün bir tweetten korktuğu kadar demeyelim ama, rahatsız olmamıştı. Belki de gelecek üzerine demokratik hayallerimiz olduğundan.

Genelkurmay ışıklarının yanmasını o gün malzeme yapanlar, Atatürk’ün bir gece Ankara’yı dolaşırken, Genelkurmay’da bir odanın ışıklarının yandığını görünce, oraya gittiğini ve o odada çalışıyordum diyen generali evine gönderdiğini biliyorlardı Fakat sayın Mütercimler örneğinde olduğu gibi hiç kimse o günlerde yazmadı, ancak geçtiğimiz bir ayda bir tv kanalında seslendirildi.

Tarih unutmuyor ama, hatırlama kabiliyeti olan tarihçilerimiz olmalı.

Boraltan’ı bilir Daraltanı bilmez

Tarihçi değilim. Yaşadığım yıllara tanıklığımı okuduklarımla pekiştirmeye çalışırım. Olayların, olayları çağrıştırmasını yazmam, tarihin tekerrürden ibaret olduğu iddiacılarına, “Ders alınsaydı” itirazım dolayısıyladır.

Vaktim el verdiğince gündemi takip ederken bildiğim, tanıdığım ve büyütülmelerini izlediğim yazarların eteklerindeki taşlardan da haberli olmak isterim. Kenarlarda, köşelerde onları arar, bulur ve okurum. Bir cümleleri ya da bir paragraflarını önemsediğim olur bazan ve onları yazarım; tıpkı bugünkü gibi.

Ahmet Kekeç yazmış Akşam’da 29 Eylül 2020’nin Salı’sında.

“Boraltan Köprüsü olayı.

Bir iddiaya göre 195, bir iddiaya göre 407 Azeri Türk’ü Boraltan Köprüsü’nden geçerek Türkiye’ye sığınıyor.”

Sayın Kekeç’in “Trajik” diye vasıflandırdığı bu olay, neden hâlâ “Bir iddiaya göre” diye yazılmakta kalemşorlarca.

Belgelerine ulaşmak çok mu zor bu “gardaşlık” acımızın? Meclis tutanaklarında yazılanlar bilgi sitelerinde var. Bunu biliyoruz. Fakat diğer müesseselerimizdeki notlar, bilgiler neden hâlâ bilinmiyor tarihçilerimizce. Mesela Çankaya arşivlerine ulaşamadılar mı Sayın Abdulllah Gül orada ikamet ederken?

Sayın Cumhurbaşkanı’mızın AKP Genel Merkezinde yaptığı 05.09.2012 tarihli değerlendirmeyi bir kez daha okusun insanlar. O konuşmayı canlı dinleyen AKP insanları, yol gösterilen gerçeklerin tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkması ve iddia olarak kalmaması için hangi çalışmaları yapmışlardır? Yoksa sayın Cumhurbaşkanı’mızın konuşmasında verdiği bilgilerle mi yetinildi?

Sayın Cumhurbaşkanı’mız Boraltan Köprüsü ağıtını okuduktan sora diyor ki:

“İşte CHP burdur. Bugün Azerbaycan’a Kırım’a göğsünü gere gere gidemez. Ama biz Saraybosna’ya da, Kahire’ye de, Tunus’a da, Gazze’ye de, Bakü’ye de göğsümüzü gere gere gideriz. En kısa zamanda Şam’a gideceğiz. Emevi Camii’nde namaz kılıp, Suriyeli kardeşlerimizle kucaklaşacağız.”

İnsanımızın içini ferahlatan bu güzelliklerin anlatımından sonra bir de müjde veriyor sayın Cumhurbaşkanı’mız. O gün kutlu bir gün imiş.

“Bugün ayrıca Süleyman Soylu ve arkadaşlarının partimize katılım töreni olacak. Onlara da hoş geldin diyoruz.”

Elbette bir tek sayın Kekeç değil Boraltan Köprüsü’nü yazan. Bir başka AKP katibi de iddialı bu konuda. Diyorki:

“Her şeyden evvel Boraltan Köprüsü dramını yaşatanların, yani, gardaşlarını idama teslim edenlerin Türkiye’si artık yoktu.”

Nereye gitmişti, nasıl yok olmuştu? Yeni Türkiye neden ve nasıl gelmişti?

Menderes’in mirasına konmak isteyenler “Yeni Türkiye” adıyla bir parti kurmuşlardı ama iki seçim sonra bitmişlerdi.

Türkiye, bir yok olan, bir var olan ülke olmadığına ve tarihi insanlık tarihiyle yazıldığına göre, anlatılmak istenenleri izah etmek de bize düşer mecburen.

Demirel’i herkes bilir. 1961 yılından itibaren çıktığı bütün meydanlarda ve kürsülerde CHP’ye ve onun Genel Başkanı İsmet İnönü’ye muhalefetini anlatmış, seçmeninden bu yönüyle itibar görmüştür.

İşte o Demirel, Çankaya’ya taşınmadan bir gün önce TRT ekranına çıkarılmış ve şu cümleleri söylemesi sağlanmıştır.

“Ben bir İsmet Paşa hayranıyım. En büyük İsmet Paşa hayranı benim!”

İşte o Demirel bu itirafını yahut kabulünü bir seçim meydanında söylese idi ne olurdu?  İşte o Demirel, Millî Gazete’de “Kanunsuz Süleyman” karikatürleriyle de anlatılmıştır. Son örneğimiz 15 Haziran 2019 tarihli “Kanunsuz Süleyman’ı gördük biz” adlı yazımızdadır. Muammer Bulut çizgisiyle...

Dikkat, dikkat noktasına geldik şimdi.

Bu yazımızı, haber sitelerine 04 Şubat 2019 tarihinde düşmüş, “Türkiye’nin darbeci Sisi’ye teslim ettiği Mısırlı genç Muhammed Abdulhafız Hüseyin’in, uçakta ters kelepçe takılıp koltuğa bağlanmış görüntüsü ortaya çıktı.” haberiyle hiç kimse ilişkilendirmesin veya bu haberi aklına getirmesin. Bu bir.

İkincisi, bu ülkede bir tane Kanunsuz Süleyman’a ait karikatürler çizilmiştir. Yani Kanunsuz Süleyman II yoktur. Bu da kabul edilsin yani.