Irkçılık Batırır, Kur’an’a Bağlılık Huzur ve Saadet Getirir (1)

Abone Ol

Son iki asırda İslam’ın düşmanları, maddi silahların yanı sıra “psikolojik harp silahlarını” da kullanarak İslam toplumunda büyük tahribatlar yaptı. Bu silahların en korkuncu “ırkçılık” silahı idi. Düşmanlar bu silahı ustalıkla kullanarak kardeşi kardeşe düşman yaptı. Evet, ırk bir vakıaydı. Cenab-ı Hak insanları farklı farklı ırklarda yaratmıştı. Bakınız niçin?.. Kur’an’ımız cevap veriyor. Hucurat Suresi’nin 13. ayet-i kerimesine mealen bakalım:

“Ey insanlar, hakikat, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi, (sırf) birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır. Hakikaten, Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat Sûresi / 13)

Rabbimizin insanlara vermiş olduğu “yemek nimeti”ni düşünüz. Ne kadar çok çeşit var değil mi? Bu çeşitlilik bir “güzellik”tir. İşte ırklar da böyledir. O yemeklerin çeşitliliği gibi, cemiyet hayatına güzellik katar. Ancak, “Sadece benim ırkım! Ondan başkasını tanımam! Bizden üstünü yok!” dersen, bunun adı ırkçılık olur. Bir hadis-i şerifte, “El İslâmiyyetü cebbeti’l asabiyyete’l cahiliyete” buyrulmuştur. “İslâm, cahiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır. Müslüman olduktan sonra, Habeşli bir köle ile Kureyşli bir efendi arasında hiçbir fark yoktur.” (Bu ibare, İslâmiyet öncesi cahiliyet âdetlerine dönmekten men eden hadislerden iktibas edilmiştir. Bu mevzuda birçok hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Bunlardan birisi şöyledir: ‘El-İslâmu yecubu mâ kablehu’ “İslâm dini, kendinden önceki batıl olan fiil, hareket, âdet ve inanışları keser, kaldırır.” (Buhârî, Ahkâm: 4, İmare: 36, 37; Ebû Dâvud, Sünnet:5; Tirmizî, Cihâd: 28, İlim: 16)

Kur’an’ımızın bu konudaki fermanına mealen bakalım: “Kâfirler, cahiliyet taassubundan ibaret olan o gayreti kalplerine yerleştirdiklerinde; Allah, Resulünün ve müminlerin üzerine sekinet ve emniyetini indirdi ve onlara takvada ve sözlerine bağlılıkta sebat verdi. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise, her şeyi hakkıyla bilir.” (Fetih Suresi / 26)

Irkçılık hastalığına karşı, Kur’an-ı Kerim eczanesinden aldığı ilaçları nazara veren ve mealini verdiğimiz ayet-i kerimeleri tefsir eden Bediüzzaman hazretlerinin eserinden okuyalım:

“…Şu ayet-i kerimenin (Hucurat / 13) işaret ettiği ‘ teârüf (tanışma) ve teavün (yardımlaşma) düsturu’nun beyanı için deriz ki: Nasıl ki, bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, taburlar bölüklere ve bölükler takımlara kadar tefrik edilir. Ta ki; her neferin muhtelif ve müteaddit münasebatı ve o münasebata göre vazifeleri tanınsın, bilinsin; ta o ordunun efradı, düstur-i teavün (yardımlaşma prensibi) altında, hakiki bir vazife-i amûmiyye görsün ve hayat-ı ictimâiyyeleri a’dânın (düşmanın) hücumundan masun kalsın (korunsun).

Yoksa tefrik ve inkısam; bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı muhasemet (düşmanlık) etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin değildir. Aynen öyle de: Hey’et-i ictimâiyye-i İslâmiyye büyük bir ordudur, kabâil ve tavâife inkısam edilmiş. Fakat ‘bin bir’ bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Halıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir, bir, bir; binler kadar bir, bir…

İşte bu kadar bir, birlet; uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek, ‘kabâil ve tavâife inkısam’, şu âyetin ilan ettiği gibi, ‘teârüf içindir, teavün içindir’; tenâkür için değil, ‘tahasum için’ değildir!..” (Mektubat, 26. Mektup, 3. Mebhas, s. 417-418)

İslam tarihi boyunca “menfi milliyetin”  vermiş olduğu zararlar gözler önündedir. Yaşları müsait olanlar bu zararı yaşayarak görmüştür.

“Şu müspet fikr-i milliyet İslâmiyyete ‘hadim olmalı, kal’a olmalı, zırhı olmalı’; yerine geçmemeli” diyen Bediüzzaman, bu vatanın her ırktan evlatlarına seslenerek şöyle demektedir:

“İşte ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlatları! Altı yüz sene değil, belki Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hâkim’in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’an’ı i’lan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’ana ve İslamiyet’e kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümatı defettiniz, ta, (Maide Suresi 54. ayet naklediliyor) ayetine güzel bir mâsadak oldunuz.” (a.g.e., s. 421).