İRAN ZİYARETİNİN BAKİYESİ; İKİ GÜNLÜK UMUT

Abone Ol

Türkiye ve İran, tarih boyunca İslâm dünyasının

merkezinde yer alan en önemli iki ülke. Dört yüz yıldır çatışmıyorlar.

Asırlardır komşu olmaları bir yana, bugün de geçerliliğini sürdüren sınır

anlaşmalarının tarihi, Amerika nın kuruluş tarihinden bile yüz elli yıl eskiye

dayanıyor. Bu iki büyük ülkenin karşı karşıya gelmesi demek, İslam dünyasında

görülmemiş boyutlarda fitnelerin yaşanması demek. Zaten Suriye de beş yıldır o

fitnenin neye benzediğini ayn el yakin yaşıyoruz.

Suriye iç savaşında İran lı yöneticilerin sorumluluğu

büyük. Çünkü en başından beri uzlaşma yolunu seçmek yerine, zalim Baas rejimi

adına cephede bizzat savaşarak tarihi bir yanlışa imza attılar.

Buna karşılık ülkemizin yöneticileri de beş yıldır

Batılıların yalanlarına kanmaktan vazgeçmediler. İlk günden beri rejimin

devrilmesinden başka hiçbir seçeneği konuşmadılar. Amerika ile gizli

mutabakatlar imzaladılar, ateşkes ve barış masası kurmak yerine, eğit, donat,

ölüme yolla anlaşmaları yaptılar. Tabii bütün bu hataların karşılığı da, mazlum

Suriye halkına ölüm ve zulüm olarak geri döndü.  

İşte tam da bu ortamda Başbakan Ahmet Davutoğlu nun İran

ziyareti, tarihi öneme sahip bir ziyaretti. Üstelik ikili görüşmelerde verilen

sıcak mesajlar da hepimizin yüreğine su serpmişti. Hele hele Başbakan

Davutoğlu nun, bölgemizin kaderini bölge dışı aktörlere bırakamayız   şeklindeki açıklaması, hakiki barış masasının

Türkiye ile İran arasında kurulacağını sanmamıza bile yol açtı.

Fakat ne yazık ki gördüğümüz düş sadece iki gün sürdü.

Çünkü İran ziyaretinin hemen ardından Brüksel e uçan Davutoğlu, bu sefer

Batılıları Suriye ye daha fazla müdahil olmaya çağırıyordu, hatta

sınırlarımızda NATO askerlerini görmek istediğini açıkça ilan etti. Böylece iki

gün sonra sevincimiz kursağımızda kaldı.

NATO NUN VARLIK

SEBEBİ İSLAM LA SAVAŞTIR

Hayır efendim biz ne sınırlarımızda, ne de bölgemizde

NATO askeri istemiyoruz. Çünkü bizler NATO nun varlık sebebinin İslam âlemini

ölüm coğrafyası haline getirmek olduğunu gayet iyi biliyoruz. Bizler

Batılıların kirli planlarının farkındayız ve ülkemizin bu planlara alet

edilmesini reddediyoruz. 

Çünkü bizler yalanlar üzerine siyaset bina etmiyoruz. Tam

aksine Milli Görüş camiası olarak yarım asırdır hakikati haykırıyoruz ve daima

haklı çıkıyoruz.

Şimdi bütün bu tutarsızlıklarına rağmen kendilerini

strateji dehası diye tanıtan; üstelik seçim meydanlarında milletimizden oy

isterken, Batıya karşı kurtuluş savaşı mücadelesi verdiklerini söyleyen

yöneticilerimizden de, biraz olsun dürüst davranmalarını bekliyoruz.

Basiret, feraset ve dirayet kayıp malımız oldu. On dört

yıldır şahit olduklarımız bize bunları aramamamız gerektiğini öğretti. Fakat en

azından dürüst davranmak bile bu kadar zor mu

GERÇEKLERİN ORTAYA

ÇIKMAK GİBİ BİR HUYU VARDIR

Şubat ve Mart ayları yakın tarihimizdeki önemli

kırılmaların yaşandığı günleri içinde barındırıyor. Geçtiğimiz günlerde 28

Şubat MGK toplantısının, Erbakan Hocamızın vefatının ve hemen ardından da

Irak ın işgaline giden yolda kilometre taşı olan 1 Mart tezkeresinin yıl

dönümlerini hep birlikte idrak ettik.

Bu yıldönümleri vesilesiyle, kimi eksiklerine rağmen 28

Şubat MGK sı ve Erbakan Hocamızın siyasi yaşamı hakkına ülke medyamızda çokça

yazılıp çizildi. Fakat 1 Mart tezkeresi ne ekranlarda, ne de köşelerde

kendisine yeterince yer bulamadı.  

Hatırlarsanız 1 Mart tezkeresi Meclis te gizli oturumla

görüşülmüş ve neler konuşulduğu milletimizden saklanmıştı. Kanun gereği gizli

oturum tutanaklarının açıklanma süresi 10 yılla sınırlandırılmış durumda. 10

yıl geçtikten sonra bile tutanaklar, ancak Meclis kararına bağlı olarak

kamuoyuna açıklanabiliyor.

Bugün 2016 yılındayız ve 1 Mart tezkeresinin 13. yılını

geride bıraktık. Ama tutanaklar yine de açıklanmış değil. Çünkü birkaç ay önce

muhalefet milletvekilleri tarafından tutanakların açıklanmasına yönelik verilen

önerge, yine iktidar partisi milletvekilleri tarafından reddedildi. Böylece

milletimizin tezkere görüşmelerinde neler konuşulduğunu öğrenmesi de bir başka

bahara kaldı.

Anlayacağınız Türkiye de henüz o tutanakları

açıklayabilecek bir irade yok. Fakat gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu

vardır. Tarih boyunca bu böyle olmuştur. Bir gün bu irade mutlaka tecelli

edecek, işte o gün geldiğinde emin olun çoklarının yüzleri kara olacak. Bugün

sözüm ona beylik sözler söyleyenlerin, ya da hamasi nutuklar atanların, o gün

Meclis çatısı altında neler neler konuştukları bir bir ortaya dökülecek. İnanın

o gün geldiğinde, Bağdat ı ve Basra yı birkaç milyar dolar karşılığında kurban

edenlerin insan içine çıkacak yüzü bile olmayacak. Yaşayan görür.

KAFKASYANIN YİĞİT

ADAMLARI

Bizi üzen Rusların saldırıları değil Bizi üzen İslâm

âleminin vurdumduymazlığıdır, dünyanın geri kalanının ise sessizliğidir Bizi

ya anlamıyorlar, ya da anlamak istemiyorlar. Belki bir gün anlarlar, o gün

inşallah çok geç olmaz.

Böyle söylüyordu Çeçenistan ın şehit Cumhurbaşkanı Arslan

Mashadov. Rusların saldırılarından değil, İslâm âleminin vurdumduymazlığından

yakınıyordu.

Cevher Dudayev, Arslan Mashadov, Selimhan Yandarbiyev,

Selman Raduyev, Şamil Basayev ve diğerleri. 20. asrın sonunda Kafkasya ya

damgalarını vuran, hepsi de birbirinden büyük liderler ve komutanlardı. Ama

itiraf etmeliyim ki galiba ben içlerinde en çok Mashadov u seviyordum.

Takvimler 8 Mart 2005 i gösteriyordu. Önce haberi

gelmişti Mashadov un şehâdetinin, ama biz inanmak istememiştik. Ruslar bunu sık

sık yapıyordu. Propaganda amacıyla sık sık yalan haberler üretiliyor, Çeçen

cihadının liderlerinin etkisiz hâle getirildiği söyleniyordu. Son açıklamayı da

o yalanlardan biri sanmıştık.

Fakat birkaç saat sonra Reuters ve Rus televizyonları

aziz şehidin naaş görüntülerini yayınlamaya başladılar. Sonradan anlaşıldı ki

Mashadov ihanete uğramıştı. O günkü üzüntümüzü hayatım boyunca unutamam.

Mashadov un şehâdetinin üzerinden tam 11 yıl geçti. Fakat

suskunluk hâlâ devam ediyor, vurdumduymazlık sürüyor. Çeçen cihadını hâlâ daha

anlayabilmiş değil, ne dünya, ne de İslam âlemi.    

Allah hepsinin şehâdetlerini kabul eylesin. Mafya

bozuntusu işbirlikçi kuklalar yerine, yeni Arslan lar, yeni Cevher ler, yeni

Şamil ler yaratarak mazlum Çeçen halkını kimsesiz eylemesin. Âmin.